Öncelerinden pek bir anlamamışım ki, 2000'li yıllar için 'Yeni Milenyum'/ Yeni Bin Yıl diye çok büyük umutlar beslemiş, yeni bin yılda çok mutlu olacağımızı düşünmüştüm.
Kişisel olarak elbette ki güzel şeyler de oldu ama genele baktığımda, kişisel olarak da, toplumsal olarak da, ülke için de pek mutlu olacağım şeylerin olmadığını gördüm. Bunu bir yanılgı olarak görmüyorum ama bu kadar da büyük hayal kırıklığı da olmaz ki!..
İster Dünyada deyin, ister evrende deyin her olayın kişilerin durumlarına, bulundukları konuma ve zamana bağlı olarak, her olayın bir sonucu vardır.
Örnek, bir yolda gidiyorsunuz aracınız bozuldu, sizin için kötü bir durum iken, araba tamircisi, servis, çekici için iyi bir durumdur.
Bu durumu özetleyen çok güzel bir öykü aklıma geldi.
Padişah, sarayın bahçesinden yanındakiler ile Beşiktaş dolayında boğaza bakarken, yoldan bir fayton geçer ve at, yolun ortasına pisler.
Fayton uzaklaşır uzaklaşmaz da ağaç dallarında ne kadar karga var ise yola, at pisliklerine karınlarını doyurmak için üşüşürler.
Padişah, bu durum hakkında etrafındaki vezir ve diğerlerine, ne düşündüklerini sorar.
Kimisi atların kıçlarına torba taktıralım, kimisi bu güzergahtan fayton ve atla geçişi yasaklayalım gibi fikirler üretir.
Padişah, yok ben öyle bir şey istemedim, bu gördüğünüz şey, size ne düşündürdü der.
Herkes bir şeyler der ama padişah, verilen yanıtları beğenmez.
Sonunda kendi düşüncesini söyler.
Birinin pislediği, diğerine nimet oluyor/ olur, der.
Maalesef 2000'ler ile birlikte ülkede öyle şeyler olmaya başladı ki, tıpkı padişah öyküsü mü dersiniz, fıkrası mı dersiniz aynen öyle.
Bilinen bütün değerler alt üst oldu. Millet, Devlet, Cumhuriyet, Din, İman, ne var ise her şey.
Atatürk, Anayasa, Devlet Malı, Kamu, her şey sorgulanır oldu. Sorgulayanları bir grup alkışlarlarken, bir grup da canhıraş bu değerleri savunmaya çalıştılar.
Cumhuriyetin yarattığı "Milli Burjuvazi"nın yerine, bir "İslamcı Burjuvazi" yaratıldı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında toplumun yüzde yetmişinden çoğu kırsalda, köylerde yaşıyorlardı.
Gelişme ve çağdaşlaşma ancak şehirleşme, sanayileşme ile olasıdır. Bu yüzden, bir çok kişi ticaret için, sanayi için desteklendi, kırsaldan kentlere göç teşvik edildi, milli ve laik bir Devlet kurulduğu, ulaslasma projesi çerçevesinde de bir milletin oluşturulduğu sanıldı.
Ülkenin kaynakları ve kalkınma ile yaratılan zenginlik de, tüm topluma "refah payı"olarak dağıtıldı.
Eti Maden, Süt Endüstrisi Kurumu (SEK), Demir Çelik İşletmeleri, Sümerbank, Ziraat Bankası, Halk Bankası gibi onlarca Kamu kurumu ve şirketi kuruldu ve yıllarca ülkenin gelişmesine ve sanayileşmesine katkıda bulundu.
Bugün Kanada"ya bile satılan ilk uçaklar, bizim ülkede hangarlarda saklanırken, onlar büyük bir gururla sergiliyorlar.
Zeytin ağaçları "zeytin yağlı yiyemem" diyerek yok edilirken, margarin ve ayçiçeği yağı muhteremleştirildi.
Hele hele bir yandan Nazilli Öğretmen Okulunda okuyan genç, sevdiğine yazdığı mektubunda "Nazilli Basmaları, Nazilli'de dokunur " diye ilçesini överken, diğer yandan da "Mektup yazma sevdiğim, idarede okunur" diye sitemini yapıyordu idareye.
İşte o idarelerin yetiştirdiği öğretmenler, ziraatçılar, maliyeciler bu ülkenin temelini attılar.
Ne yazık ki, ikinci Milenyum ile birlikte, ülkede her şey değişti.
Milli Devletin sahip olduğu her şey orta mali yapıldı ve yaratılmaya çalışılan yandaşlara, peşkeş çekildi.
Bunlar ister sahillerde olsun ister kırsalda, kentlerde olsun, onlarca katlı lüks binalarda yaratılan yeni burjuvaziye satıldı.
Yapanın da, satanın da, alanın da sermayesi sorgulanmadı.
Devlet, o mu yapar, bu mu yapar diyerek, tu kaka yapılan kamunun malları, birilerine "nimet"yapıldı.
İşin kötüsü, 1982'lerde Henry Kissinger'in bir sözü çınladı kulaklarımda.
Biz, yalnız iktidarları değil, muhalefeti de dizayn ederiz demişti.
Gelinen noktadan bakınca pek de mutlu bir sonuç giremiyorum.
Neden mi?
Çünkü size güvenmiyorum.
İktidara, muhalefete de yaranacağız diye, günü kurtardınız da, ülkenin ve coluğunuzun, çocuğunuzun geleceğini sattınız, mahvettiniz.
Kamunun "tu kaka"yapılmasına ses çıkarmadınız, şimdi de bu tu kakadan çıkan nimetlere üşüşenlere kızıyorsunuz.
İsmet Paşa'nın sözü ile:
Hadi canım, sende!../ Siz de.