Özlü sözleri pek severim. Hatta birisi der ki, "Doğduğun yer değil, duyduğun yerdir, memleketin". 

   Coğrafya kaderindir, gibi. 

   Bugünler masal gibi ama atalar, dedeler "Yaylalı, ovalı; Yaylalı sehilli" yaşamışlar Akdeniz'in bu kıyısı ile Torosların tepelerinde. 

  Elligi de görmüş yaşamışlar, beyliği de. 

  Yivli Minare yanında ki mescitte ibadetlerini de yapmışlar, avlusunda kanlı bıçaklı kavgalarını da. 

   Çocuklarına "kandavası" olmasın diye, sürgünlerde susmayı da bilip, "Devletin kestiği parmak acımaz" göçü sarmayı da. 

    Neler neler yaşamamış ki bu toprakların insanları. "Göğ ekin olup, biçilmeyi" de, yaşamışlar, Beğ olup salınmayı da. 

    Öyle öyküler vardır ki bu toprakların altında da, üstünde da için için yaban kanayan.

   Dernekcilik, sivil toplum olunca yüreğim nedense biraz yufkadır.

    Yıllar önce Ankara'da ki, bugün bazılarını sonsuzluğa uğurlandığımız değerli büyüklerim, "gel şu Ankara'da ki Antalyalılar Derneğine Başkan ol ve toparla" dediklerinde, pek istemesem de, görev olarak kabul edip;

   Her ilçeden değerli hemşerilerim ile bir ekip kurup yola koyulmuştuk.  

   Kimler yoktu ki, bugün Antalyamızın gururu Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Alanya'dan, rahmetli Valimiz Veysel Dalmaz Kumluca-Finike dolaylarından. 

    O dönem Antalya Milletvekillerinin tamamı, Başkanlar Menderes Türel, sonrası Bekir Kumbul ellerini taşın altına koyup, Ankara'da ki Antalyalılar için ne gerekiyorsa yapmışlardı.

    Hatta Bekir Kumbul döneminde Antalyalılar Evi'ni bile açmıştık.

    Antalyalı olan Başkanlara ve Milletvekillerine derdimizi anlatmış ve sorunlarımıza çözümler bulmuşlardı ama bazen de, "el, elin eşeğini türkü söyleyerek arar"ı yaşamıştık.

   O günler de geçmiş, yeniden Antalyalı başkanlar, Ankara'da da derdimize derman olmuşlardı. Hâlâ Ankara'da bir Antalya Büyükşehir Belediyesi irtibat bürosu var ve Antalyalılar Derneği de orada hemşerilerine ev sahipliği yapmakta.

    İnsanın ailesi, canının bir yarısı da memleketinde olunca, bir sebeple sık sık oralara gelip gidiyor. 

   Mart için her ne kadar "Mart kapıdan baktırır, kazma, kürek yaktırır" dense da, Antalya'da Mart, portakallara çiçek açtırır.  

    Her ne kadar merkezde portakal bahçeleri kalmasa da, evlerin bahçelerinde ve yol kenarındaki turunç çiçekleri konusu yetiyor.

   Böyle bir zamanda Antalyadayım. 

   Telefonuma bir Watsap iletisi geldi. 

    "Antalya, Antalyalılar Derneği Toplantısı".

   Hemen Değerli Başkanımız Filiz Cesur Hanımefendi'yi arayıp, ben de geliyorum, dedim

    Sağolsunlar Muratpaşa Belediye Başkanımız, arkadaşım ve Soyaddaşım Ümit Uysal da, Kültür Merkezi Salonunu tahsis etmiş.

   Orada buluştuk.

   Zaman ve mekan. Hep bende bir çok soruyu canlandırır. Kocaman bir salon ve bir avuç Antalyalı. 

   Ben bu yalnızlığa ve kimsesizliğe alışığımdır.

   Kimin ne umurundadır bilemem ama Antalya'da, Antalyalıların sorunları var beyler.

   Biliyorum çağımız çoktan feodaliteyi aştı, Artık Kapitalizm en acımasız aşamasında.

   Ama kimse unutmasın, kendisini bilmeyen, yok olduğunu da bilmez. 

   Bir yerin, oralısı olmak için, orada doğmak bir ayrıcalıktır ama orda yaşayıp günlük yaşam ve kültürüne de katkı koymak, uyum sağlamak da insanı "oralı" yapar. 

    Tıpkı Antalya'da doğanlar kadar, Antalya'ya katkı koyanlar gibi. Ki, Antalya'ya, Antalyalılar kadar katkı koyan, Antalyalı olmuş Başkan, Milletvekili ve yönetici, iş insanı tanırım ki. Hepsine sonsuz teşekkürler.

   Asıl konuya gelmem gerekirse;

    Değerli Hemşerilerim, elbette ki 21. yüzyılın ilk çeyreğinde feodaliteyi savunmak, öne çıkarmak gibi bir düşüncem olamaz;

   Ama her yerin ve yörenin kendine özgü bir kültürü, geleneği, göreneği ve alışkanlıkları vardır ve bunların yüzlerce yıllardan bu yana süzüle süzüle gelir.

     Çağa ve gelip, oralı olanların da katkıları ile yoğrula yoğrula bir kültür oluşur ve bunun da bozulmadan yaşatılması gerekir.

    Bu görev de, sivil topluma düştüğü kadar, yerelin yöneticilerine de düşmektedir.

    Çünkü, özünü kaybeden her şey yok olur. 

    Belki içinde yaşayan değerli yerel ve genel yönetimlerde ki hemşerilerim gözünden kaçmış olabilir ama burada bir Antalya var ve bu Antalya'nın da kültürü, gelenek ve görenekleri ile yaşatılması, unutturulmaması gerekir.

    Azıcık sonra yuvasına dönecek olan, şimdilik Ankara'da ki bir Antalyalı olarak;

     Heyyy Antalya, Antalyalılar bu şehir her ne kadar artık bir dünya şehri olsa da, özünü, Antalyalılığını korumak zorundadır. 

    Önce kültür, gelenek, görenek gider ise doğa da gider, her şey gider. Size de hiç bir şey kalmaz.

     Antalyamın farkına varalım mı?

     Ne dersiniz.

Sözlerime Bedri Rahmi Eyüboğlu ise son verirsem belki meramım daha iyi anlaşılır.

    "Biz dünyadan gider olduk/ Kalanlara selam olsun/ Ama hep böyle gidecekse bu dünya/ Kalanlara haram olsun."

   Artık Atatürk'ümün dediği Toroslarda çadırlar azalsa da, Antalya, doğası ve insanları, "Antalyalıları" ile hep dünyanın en güzel şehri olmayı sürdürecektir. 

    Dilimizden hiç düşmedi ki o şarkı, "Antalya'ya koş!.."