Antalya'dan Hacettepe Üniversitesi'ni kazanmışız ve Ankara'ya gitmişiz. Daha kayıt bile yaptırmadan, Ankara'ya geleceğimi duyan ve Ankara'da Gazi Eğitim Enstitüsünde Okuyan akraman Mustafa KORKUT, beni güzel bir ev ve kocaman bir çevre ile karşılamıştı.
--O yıllar Beytepe Kampüsü'nün yolları bozuk, binalar zor ısınıyor, öğrencilere düzenli yemek çıkmıyor. Şehre geliş-gidiş Üniversitenin olanakları ile kiraladığı kırık-dökük otobüsler ile.
--Dostluklar, arkadaşlıklar, öğrenci dayanışması muhteşemdi. Birimiz hepimiz, hepimiz birmiz için idik.
--Birimize kim yan bakar ise, o yanmıştı. Erkekler ile kardeş, kızlar ise bacımız idi. Ekmeğimizi, aşımızı sahip olduğumuz her şeyi paylaşmayı öğreniyorduk.
--Ve Üniversite açıldı, karlar yağdı, şehre geliş-gidiş otobüsler sorunlarını protesto ermek için Beytepeden, Şehir Merkezine bir çok kere yürüdük. Koca bir kış geçti, Nisan ayı şaka gibi geldi.
--O zamanlar Üniversitelerde siyasi bilinç oldukça yüksek. Herkesin memleketinden gelen, kaynaklanan, arkadaş ilişkilerinden, okuduğu okul, kaldığı yurt'tan kaynaklanan siyasi ilişkileri vardı.
--Benim de akrabam, ev arkadaşım, ağabeyim, kardeşim o yıllar her şeyim olan Mustafa Korkut'an, Antalya'lı olmaktan ve de üstüne Hacettepe'li olmaktan kaynaklanan bir siyasi eğilimim, ilişkim vardı.
--O zamanlar, siyasette sempatizan olmak bile bir ayrıcalıktı.
--Nisan bitmiş Mayıs ayı gelmişti. Fakülte temsilcileri, diğer bir takım ilişkiler ile İstanbul'a "1.Mayıs" kutlamalarına gidecektik.
--Yol/Otobüs paralarını 15 gün önce vermiştik. Ve 30.Nisan akşamı sanırım Hacettepe, Samanpazarı dolaylarında otobüslerimize bindik. Yollarda şarkılar, marşlar söyleye söyleye kızlı erkekli gruplar halinde yola çıktık.
--Haydarpaşa dolayında otobüslerden indik. Her taraf giyimli kuşamlı elleri, belleri dolu simitçiler ile dolu. Simitleri, pohaçaları aldık. Kuru kuruya biraz sorun idi ama, biri birimize katık oluyorduk.
--Vapurlar bir yakadan diğer yakaya çalışmaya başladılar.
--Türkiye'nin dört bir yanından siyasi eğilimi aynı gruplar tek yerde buluşmaya çalışıyordu. Ve Anadolu yakasından, Avrupa yakasına, Eminönü iskelesine gittik.
--Her yer genç insan kaynıyor. Megefonlar ile uyarılar. "Antalya'dan arkadaşlar ... yere", "bilmem nereden arkadaşlar, ... yere" diye herkes derli toplu tutulmaya çalışılıyordu.
--Ben de, Hacettepeliler ile birlikteyim.
--Gurbette insanı gerçekten "kan çeker". Beni de kan çekti, bizim Hacettepelilere söyleyip, Antalya'lılara bir selam verip, hoş geldiniz diyeyim diye yanlarına gittim.
--O zamanlar Antalya ve Türkiye'nin efsane gençlik dernekleri arasında Antalya'nın derneği, gençlik örgütü ANT-GÖR bir efsane idi. Antalya'dan da tanıştığım arkadaşlarım, "ya sen Hacettepelilerin yanına gitme, nasıl olsa arka arkaya yürüyeceğiz, Antalya'lılar ile kal, sen İstanbul'u bilirsin,arkadaşlara yol göster" dediler ve Antalya'dan gelenler ile birlikte Takism Meydanına doğru yürüdük.
--Kocaman mı kocaman kızıl renkli üç direkli bir ANT-GÖR Pankartı vardı. Bana da, "şehir görmüş, İstanbul görmüş" olmaktan ortada ki direği tutma ve gruba yol gösterme görevi düştü.
--Bir yandan grup sorumluları ile görüşüp, bir yandan da afiş taşıyarak Taksim Meydanına kadar geldik ama, her yer ana-baba yeri. Binlerce insan akın etmiş İstabul'a, Taksime.
--1 Mayıs Taksim Meydanına, girmek bile imkansızdı. Önce DİSK'in işçileri, sonra sırası ile gelen siyasi gruplar ile bir düzen içinde meydana giriyordu.
--Meydanın bir köşesine kocaman bir kürsü kurmuşlar, konuşmalar, marşlar heyecan dorukta. Vakit kuşluk olmuş, öğle yemek vakti, karnımız açıkmış. Kimsenin umurnda değildi. Aç-susuz ama dayanışma içinde, inanç ile su deposunun oralarda bekliyorduk.
--Artık ikindi vakti olmuştu. Konuşmalar bir yandan, meydanda tören geçişi bir yandan başlamıştı. Saat akşam altıyı geçmiş, yediye geliyordu. Bizim grup tam İnternational Otel(Daha sonra Taksim/marmara otel oldu) önüne doğru, KAZANCI YOKUŞU'na yakşalırken, birden havada tek tük silah sesleri gelmeye başladı. Panzerler meydan boşmuşcasına insanların üstünden geçiyordu.
--Bu gün pastane olan sokağın yerinde bir eczane vardı. Panik içinde eczaneye sığınmıştık. O da ne, panzerleden atılan ses bombaları ile ezcane yerle bir oldu. Biz de panik içinde yine kaçışıyorduk.
--Yıllar sonra "atipikpinemoni/zatürre başşangıcı" olduğum dönemde bile akciyer fonksiyon testim %136 çıkmıştı. Köy delikanlığının yararı. Hayatımda o kalabalık ve sıkışılık ile ciğerlerimden nefes almak için yırtınıyordum.
--Her taraf kan gölü olmuştu. İnsanlar korku ve panik içinde idiler.
--Neyse, sakin olmak gerekti. Hacttepelilere siz vapur iskelesine gidin, ben Antalya'dan gelenler ile ilgilenmem gerek diye ayrıldım.
--İsklede, herkesi toplayıp vapura bindirdikten sonra, en son vapura da kendim bindim.
--Parkam panzerlerin sıktığı su ile ıslanmış, 27 Nisan Beytepe'de yemekhaneye gider iken, Sadettin Yüzbaşı'nın hışmına uğrayıp sağ kaşım jandarma dipçiği ile yarılmış, o kargaşada dikişimin biri açılmış, kimin umurunda.
--Aç, yorgun, bitkin bir vaziyette bindiğim son vapurun bir köşesine sıkıştım. Antalya'dan gelenleri ve diğer arkadaşlarımı vapura bindirip yolladığım için tek başıma kalmışım son vapurda.
--Haberler geliyordu. Şu kadar kişi ölmüş. Bu kadar yaralı. Polislerden de ölenler var. Herkes telaş, kızgınlık ve kin içinde.
--Benim parkan ıslak, kaşımda sargılı olduğundan, potansiyel suçlu idim. Genç bir polis geldi, "ulan ....., siz bizim arkadaşımızı öldürdünüz, ben de seni vapurdan atacağım" diye kolumdan tuttuğu gibi Amir'ine götürdü.
--Ben de Amir'e, polis bana kötü davrandı diyorum ki, bir tokatta onsan yiyince şafak attı bende. Tamam dedim, bu vaziyette boğazın sularında inşallah boğulmadan yüzerek geçerim diye düşünemedim bile.
--Antalya'dan gelenleri bindirip sağ sağlim yolladık, sonra Hacettepe'lileri buldum ve il otobüsün boş bir koltuğuna oturdum.
--Sabah otobüsten inince, aldığım gazetelerin manşetleri, ölü, yaralı ve panik resimleri ile dolu idi.
--Halkın, emekçinin uyanışı, örgütlülüğü birlerinin hoşuna gitmemişti. O gün böyle bir saldırı. Bu gün de parçala, böl, niteliksizleştir. Ve yönet.
--O zaman insan düşümeden edemiyor. Biz bu ACILARI niye çektik? Elbette ki emekçiler için. Soytarılara kızmanın ne alemi var.