Herkesin bir işi vardı. Boş olmak bile bir işti. Çalışan çalıştığını bilir, zaman kendi seyrinde akar, geçerdi.
Hani eskiler derler ya, "büyük, büyüklüğünü, küçük de küçüklüğünü bilir" diye.
Saatle bile bir başka anlamlıydı.
"On ikiye beş kala, beni biraz oyala!.."
Ya da, Nazım Hikmet kim bilir neden dedi:
"Saat dört, yoksun/ Saat beş, yok./ Altı, yedi, ertesi gün, daha ertesi/ ve belki kim bilir?/ Kitap okurum/ İçinde sen varsın/ Şarkı dinlerim İçinde sen/ Oturdum ekmeğimi yerim/ Karşımda sen oturursun/ Çalışırım, Karşımda sen" diye?
O kadar karma karışık hale geldi ki her şey, kimse bir şey anlamıyor artık olandan, kalandan ve bitenden. Nejat İşler anca mırıldansın dizelerinde,
"hayat nefes almakla geçen günler değil/ sonumuzun farkında olmakla ilgili biraz/ ve hayatın kum saatini sen değil/ biriktirdiğin anılar tutar, o kadar.../ zamanım dar/ benimle kal/ gitme bu gece
yanımda kal" diye.
Artık her şey o kadar o kadar hızlı, bizsiz, kimliksiz ve kişiliksiz ki. Herkes anı yaşama derdinde. Oysa, o "an"lardır, bizi o güzel yarınlara götüren.
O güzel anlarda ürettiğimiz, yetiştirdiğimiz, okuduğumuz, yaptığımız ve yeşerttiğimizdir yarınlar ve yaşam.
Öyle hovarda olduk ki, kendimize, sevgimize ve yarınlara.
Siz eğlendiğinizi sanıyorsunuz ama, yarınlarınız ağlıyor. Hem de size baka baka. Kendinin umrunda olmazken.
Ya Zeki Müren'in o Cemal Safi'nin dizeleri, ile haykırışlarına ne dersiniz ki?
"Yalvarırım mektup yaz beş dakika ayırda/ Su serp yanan bağrıma sağlığını duyur da/ Yaban gülü gibisin dağda, kırda, bayırda/ Seni dermem imkansız, imkansız, imkansız rüyalarım olmasa"
Evet, yakında biz biz olmaktan çıkıp, ne olacaksak, bir başka şey olunca, gerçekten ne rüyalar kalacak ne de biz.
Uyandığımızda ise, Enis Behiç Koryürek'in dizeleri gibi hayıflanacağınız:
"Geçsin günler, haftalar,/ Aylar, mevsimler, yıllar…/ Zaman sanki bir rüzgâr/ Ve bir su gibi aksın…/ Sen gözlerimde bir renk/ Kulaklarımda bir ses/ Ve içimde bir nefes/ Olarak kalacaksın…"
Ya, Necip Fazıl Kısakürek ne arar ki dizelerinde:
"Kimbilir nerdeseniz,/ Geçen dakikalarım?/ Kimbilir nerdesiniz?
Yıldızların korkarım,/ Düştüğü yerdesiniz;/ Geçen dakikalarım?" der, umutsuzca.
Ve yine Nazım'ın dediği gibi "Henüz vakit varken, gülüm/ Paris yanıp yıkılmadan,/ henüz vakit varken, gülüm,/ yüreğim dalındayken henüz, .... ..."
Ayılıp, uyuduğumuz bu ölüm uykusundan uyanıp, kendimize, çevremize bir bakıp da umutlansak mı? Yarınlardan utanmamak, yarında yok olmamak için.
Ne dersiniz!..