Gelişmiş,
Çağdaş, Uygar bir Ülke olmak ve orada yaşamak ile
Ne
yaptığı, kimin için yaptığı, ne işe yaradığı belli olmayan, halkın vergileri
ile oluşan bütçeyi har vurup harman savuran "Geri Kalmış" değil,
"GERİ BİRAKTİRİLMİŞ" bir Ülke olmak ve o Ülkede yaşamak;
Arasındaki
farkı nasıl anlarız ki?
İşte insanlar bazı şeyleri bunun için
yaparlar o kadar güzel yapıtları, işte insanlar onun için yazar o kadar kelâmı.
Peki, bunu kim ya da bundan kim mi ne
anlar. İşte sorun da.
Bizim gibi kendini "dev aynasında
görüp" çok gelişmiş sanan, oysa az gelişmişliğin zirvesini zorlayan
Ülkeler, toplumlar için garp süreçler böyle başlar.
Böyle bir tümenin ardına genellikle
"Milletler" sözcüğü de haksız yere eklenir. Oysa Millet kavramı çok
uzun yıllarda oluşur, ne olduğu ise tarih önünde belli olur.
Bugünlerde Ülkemizde yaşanan, kavramların
bile iç içe girip karma karışık olduğu GÖÇMEN, SIĞINMACI ya da MÜLTECİ
konusunda bunlardan birisidir.
Ülkemizde yaşananları siz anlayın ama ben
size Çağdaş, Uygar bir Ülke olduğundan hiç kimsenin kuşkusunun olmayacağı bir
ülkede geçen, bir yaşam öyküsü anlatmak isterim.
Bruno CATALANO, tüm Dünyada "Gurbette
yok olup gitmek!.." adlı heykel sergisi ile anılır.
Fas'ta, Sicilyalı bir ailenin oğlu olarak
1960 yılında dünyaya gelir. Ailesi ile birlikte geldiği Fransa'da, 1982'lerde
"uyum" için Marsilya'da zorunlu oturuma tabi tutulurlar.
Geldiği Şehir, Ülke ve de daha da önemlisi
zorunlu oturum, Fransa'da ki göçmen yaşamı, onu çok, hafta derinden etkiler.
Fas'ta da sıradan bir kişi ve ailesi
olmayan Bruno ve Catalano bile daha o yıllarda, Ülkeye UYUM için, zorunlu
ikamete/oturuma tâbi tutulurlar.
Ülkeyi yönetenler ya da "halkın seçtiği
İktidar" kendilerini kime yakın ve benzer hissediyor ise, bazı
"ülkeler" yol geçen hanı gibi. İpini koparan soluğu orada alıyor..
Neyse, daha ileri gitmeyeyim. Memleketin
en akıllısı ben değilim ya. Gerisi var ise ona da kafayı siz yorum.
Gelelim Bruno'ya.
İnsan, eğitilebilir, öğrenebilen üretken
ve doğurgan bir varlıktır. Bruno'nun Sanata olan ilgisi, O'nun yontu/heykel
sanatında kendine özgü bir tarz/akım yaratmasına yol açmıştır.
"Les Voyageurs" (GEZGİNLER)
olarak adlandırılan bu sanat akımı da, yerinden, yurdundan edilen insanların,
her yerde bir parçalarını bırakarak yaşamlarını sürdürmelerini, yani eksik
yaşamalarını konu alıyor ve yapıtlarda bu konular işleniyor.
Şimdi oturup düşünüyorum da, acaba BEN de
nerelerde, neyimi, hangi parçalarımı bırakıp gittim ki?
Şaka bir yana Ben neyimi, nerede, niçin ve
kimlere bırakıp gittiğimin farkındayım da;
Bu insanlar, o kadar şeylerini feda
ederken, bizim de bir vicdan borcumuz olur mu diye, acaba hiç düşündünüz mü?
Ya da sizin yaptıklarımızın, en
yakınınızdakiler bile farkında mı?
Bu acıyı yaşadınız mı?