Örgüt ve Örgütsel davranış, açık, kapalı, örgün, yaygın her ne ise üniversitelerin yönetim, işletme ve sosyal bilimler ile ilgili tüm birim ve bölümlerinde en temel dersler arasında bulunmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)in
verilerine göre Türkiye'de okuma yazma bilen kişi oranı %97,2, okuma yazma
bilen erkeklerin oranı %99,2, kadınlarda bu oran, %95,3'tür.
Yine, 2019 verilerine göre, nüfusun
yaklaşık %24’ü ilkokul, %18’i ortaokul %21’i lise mezunu iken; yüksekokul ya da
fakülte mezunu %13.9 iken, okuma yazma bildiği halde herhangi bir okuldan mezun
olmayan kişilerin oranı ise %10.5'dir. 211 Doktora mezununun ise, 86 bini
kadındır.
Görüleceği üzere, okuryazarlık ve eğitim
görme konusunda bir sorun yok; ama TÜİK'in verilerine göre, dünyada günde 3
saat televizyon izlenirken, Türkiye’de bu oran 7 saattir.
Ortalama kitap okumaya ayrılan vakit ise
sadece bir (1) dakikadır. Türk insanının ihtiyaç listesinde kitap okuma 235.
sırada yer alırken, 100 kişiden sadece 4 kişi (%4) kitap okumaktadır.
Türkiye kitap okumada da Dünyada 86.
sıradadır.
Asgari Ücret (AGİ Dahil) 2019: 2.020,59
TL iken, Açlık Sınırı:2.009 TL
Örgüt ve Örgütsel Davranıştan girip,
neden okuma-yazmaya, oradan da asgari ücret ve
yoksulluk sınırına geldim. Bu sebepten:
Örgütler birer kurumsal yapılardır.
Bunlar, Siyasi Parti, kamu-özel sektör Şirket, dernek, vakıf gibi sivil toplum
kuruluşu olabilir.
Örgütlerin bir kurumsal yapıları,
gelenek, görenek ve yasal-yönetsel statü ve çerçeveleri vardır.
Bu örgütün/kurumun üye ve sempatizanları
ile taraftarlarının bir aidiyetleri vardır. Bu kişilerin
kurumlarına/örgütlerine sorumlulukları gibi, kurumların/Örgütlerinin de
kişilere sorumluluk ve yükümlülükleri vardır. SİYASİ PARTİLER GİBİ.
İşte sorun burada başlıyor.
Örgütlerin, varlık sebepleri ve kurumsal
yapıları gereği bir kurumsal yapıları(teşkilat), yasa, yönetmelik, ilke,
gelenek ve görenekleri vardır. Bu, o kurumun hem kurum içi hem de kurum dışı
varlık ve işleyişini belirler ve temsil eder.
Meslek Odaları, meslektaşlarının sosyal,
ekonomik ve mesleki konu ve sorunları ile ilgilenirken, siyasi bir yaklaşım
içinde olması son derece doğaldır. Çünkü, var olan ve olacak sorunların çözümü
siyasi iktidar ve söylemler ile olur.
Örgütlü davranış ise aslında son derece
yalın olması gerekirken, bizim gibi az gelişmiş ülke ve toplumlarda ilke ve
kurumsal gelenek ve göreneklerin sık sık değişmesi sebebiyle, "örgütlü
davranış", örgütlerin örgütsel davranışları ile uyuşmayabilir.
Örnek, siyasi partiler, odalar, vakıf ve
dernek gibi kurumsal yapılar, üye ve sempatizanlarının, taraftarlarının
beklenti ve çıkarları doğrultusunda örgütsel bir davranış içinde olmaları
gerekir iken, örgütlü çıkar gruplarının, örgütsüz masum kitleleri saf dışı
bırakarak yönetsel süreçleri ele geçirmesi, yönetime/idareye hakim olmaları,
örgütlerin kurumsal/örgütsel davranış ve tavırlarında amaçlarından sapmalara
kadar giden süreçlere sebep olabilirler.
İyi niyetli olmayan, hatta çıkarcı
davranan örgütlü yapıların, örgütlerin yönetimlerini ele geçirmesi, yönetim de
söz sahibi olması, kurumların çürümesine ve yok olmasına kadar
giden süreçlere sebep olabilirler.
O yüzden, kurumların amaçları
doğrultusunda örgütlenmemiş, kurumların çıkar ve beklentileri ile örtüşmeyen
örgütlü yapıların yönetsel süreçleri ele geçirmeleri;
kurumların çürümesine, hizmet etmesi
gereken kesim ve grupların uzaklaşmasına ve toplumsal hatta ulusal çöküş ve
sorunlara kadar gidebilecek bir çok olay ve süreçlere sebep olabilirler.
Bu yüzden, kurum/örgüt/siyasi parti
üyeleri, seçmenleri, sempatizanları, kurumların amaçları dışına taşacak ÖRGÜTLÜ
YAPILARIN oluşmasına izin vermemelidirler.
Örgütler, zaman içinden süzüle süzüle
gelen yapılardır. Bu yapıların bozulmasına izin verilmemelidir. Günübirlik
çıkar ve beklentiler, hem kişilere, hem kurumlara, hem de ülkeye zarar
verebilir.
O yüzden kurumsal yapıların içinde yer
alan kişilerin sorumlulukları kişisel değil, toplumsaldır. Bu bilinç ile
ataların şu sözü kulaklara küpe olmalıdır.
AZ TAMAH, ÇOK ZARAR VERİR. (Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan da olunur)