Belki de farklı düşünüp, konuşabildiğimiz için bu kadar farklı kişiler ile bir arada ve yan yana yaşayabiliyoruz.
Yaşıyoruz ama mutlu muyuz, değil mi, o başka soru.
Neden böyle bir konuya girdim. Bunu da baştan yazayım ki, "dam başında saksağan, vur beline kazmayı" diyen, olmasın diye.
Özellikle son bir kaç yıldır, sokaklarda yürürken, insanların yüzlerine şöyle uzaktan da olsa bakmaya sıkılır oldum. Yüzler gergin ve insanların çoğu mutsuz, sanıyorum da umutsuz.
Hani bu güzel dünya, hepimize yeterdi!.. Hani, insan ve insanlık hep iyiden, güzelden yana evrilir, herşey iyi ve güzel olurdu.
Ortada bir çok sorun var ve buna ilişkin görüş, çözüm ve çözüm önerileri de herkesin bulunduğu yere ve konuma göre değişiyor.
Bütün bunları görüp, yaşadıkça J.J. Rousseau'ya, 1762'de yazdığı TOPLUM SÖZLEŞMESİ adlı yapıtından dolayı hayranlığım artıyor.
Oysa, insanlığın tarihi, Homo Sapiens'den evrimleşip, günümüz insanına benzer yaratığın yeryüzünde olmasına kadar 60 bin yıl yol kat ediyor. Bir de, Homo Erectus ve ondan önceki "insansı/ hominid" yaratıkları düşünürsek, 3.8 milyon yıl öncesine kadar gidiyoruz.
Bu kadar yıl, insan ve insanlık için yazılan ve çizilen o kadar çok şey var ama J.J. Rousseau'nun 1762'de yazdığı TOPLUM SÖZLEŞMESİ adlı yapıtında söz ettiği gibi nokta atışlı söz edenleri görmedim.
J.J. Rousseau, anılan yapıtında, insanın evrimleşme sürecini anlatırken, aile ve toplumsallaşmayı da önemsiyor. Burada, bir soruna dikkat çekiyor ve toplum içinde yazılı olmayan ve herkesin kendiliğinden kabul ettiği, uyduğu, yazılı olmayan bir sözleşmeden söz ediyor ve “İlk çitin çakılması ile toplumsal düzenin bozuluğunu” anlatıyor.
Arkasından da benim çok sevdiğim isyanını yapıyor.
Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip 'Burası benimdir' diyen ve buna inanacak kadar saf olan insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu oldu.
O zaman biri çıkıp, çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlara 'Sakın dinlemeyin bu sahtekârı. Meyveler herkesindir. Toprak hiç kimsenin değildir. Ve bunu unutursanız mahvolursunuz' diye haykırsaydı, işte o adam, insan türünü, nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı, der.
İlk çiti çekenin de, buna isyan edip, baş kaldırması istenilen de okur yazarlığı, bilimselliği olmadığına göre, insanın böyle doğal bir yanı var. Bu yüzden, insan düşünen, üreten iyi ve güzelden yana olan bir canlı olduğu gibi, kendisini, neslini ve yaşadığı doğayı mahveden bir yaratık da olabiliyor.
Ne yazık ki, tarihi süreçler içerisinde insan bu yapısı bozulmuş ya da birilerine özellikle bozdurulmuş; özünden uzaklaşıp; çevresine, doğasına da zarar vermeye başlamıştır.
Zamanla yazının bulunması, bilginin kayıt altına alınması ve gelecek nesillere aktarılması, sanayi devrimi ve bilgi çağı derken artık sınırlar zorlamaya başlamıştır.
Bunların hepsi güzel ama bir de yaşanılan dünyanın da, yaşanılabilir bir kapasitesi vardır. Ne yazık ki, bu denge de bozulmuş, sonucunda da, bir takım çevresel felaketler başlamıştır.
Bu olumsuzluklar arada savaşları saymaya, gerek bile yoktur.
İnsanlığın yaşadığı bu olumsuzluklara bir de, bilim insanlarının "Dünya, en fazla 9-10 milyar insanı yüklenebilecek kapasitededir" savını göz önüne alırsak, bugün olanlara ve yarın yaşanacaklara; bugünün insanı, daha da önemlisi aydını isyan etmediği sürece, J.J.Rousseau'nun yıllar önce ilk çiti çekene isyan etmeyenlere isyanı gibi, gelecek nesiller de hepimize isyan edeceklerdir.
Yine bazı bilim insanlarına göre, İnsan Nüfusu 2030-50'lilere doğru, 9 Milyarda Sabitlenmezse, 2100 Yılında bu sayının 12 Milyara ulaşabileceği hesaplanıyor.
Daha bugünden, yaşananları görmeyip, görmezlikten gelip, gerekli önlemleri almazsak, ne EYT'lilere verilen bonus, ne de asgari ücretlilere verilen seçim avası bir işe yarayacaktır.
Unutmayın, günümüzün dünyasında da, gelecekte de evrende de, birlerinin gidecek hep bir yerleri olur ve olacaktır da.
Bugün buldukları ile avunanların, gelecekte gidecek bir yerleri yok ise, (gelecek nesillerini söylemeyeyim) dünyaya sahip çıkmalarından vaz geçtim de, bu güzel ülkelerine sahip çıksalar iyi olur.
Unutmayın, Afrika ilk insanın, Mezopotamya ve Ortadoğu ise dünya uygarlıkları ile tarım devrimin yaşandığı, tek tanrılı dinlerin kaynağıdır.
Bugün ülkemize buralardan gelen insanların, bu güzel toprakları ne hale geldiği için sokaklarımızda, sahillerimizde olduğunu bir düşünün isterseniz, gidecek bir yeriniz yok ise!..