Bir Doktor ülkenin kaderini ancak
böyle değiştirebilir!
<< Son yıllarda
modaydı davalara medyatik adlar verilmesi. Kudüs Kuvvetleri'nin Türkiye
örgütünün davasına da "Umut Davası" denildi. Ne ki "umut"
sözcüğüyle dava arasında bir ilişki yoktu. 1976'da başlayan örgütlenmeden söz
edilmeyen dava, suikastlara odaklanılarak örgüt davasından sıradan cinayet
davasına dönüştü.
72 klasörlük dava dosyalarında İran ile
bağlantılar, terör, sabotaj, suikast, kitle eylemi eğitimleri belgeliydi.
Yalnızca Tevhid örgütlenmesi dosyası değil, İslami Hareket Örgütü'nün suikast,
adam kaçırma dosyaları da davanın dosyaları arasındaydı.
İslami Hareket Örgütü davalarında, Tevhid'in
de karıştığı İranlıların öldürülmesi davalarında, Kürt Hizbullahilerin arşiv
belgelerinde açıkça görülen İran devletinin örgütleyiciliği, yöneticiliği, içerden
silahlı birlikler oluşturarak Türkiye'ye saldırması üstünde durulmadı.
İddianamelerde yalnızca sanıkların adlarını verdiği İranlılardan söz edildi.
Dava döneminin ana hatları, Türkiye
Cumhuriyetine dışarıdan yönelen örgütlü saldırının yalnız yargılayanlarca
değil, devlet yönetimince, öldürülenlerin ailelerinin büyük bölümünce de
"çete" oluşumlarına indirgendi.
Türkiye'nin rejimi tıpkı İran'daki gibi
İslamlaştırılarak değiştiriliyor, Cumhuriyetin kurumları birer birer yıkılıyordu.
"Umut" davası görülürken karanlık saldırının iç-dış bağlantıları
sergilenerek toplum uyandırılabilirdi.
Kağıt üstünde muayenesiz işkence raporu ve
itirafçı katiller cayıyor!
Yakalananlar ve bazı örgüt kurucuları,
yöneticileri ilk sorgulandıkları günlerde İran'daki terör eğitimini, İran'ın
silah desteğini, suikast, casusluk emirlerini ayrıntılarıyla açıklamışlar; daha
ilk gün pişmanlık yasasından yaralanmak için başvurmuşlardı. Hatta savcılık
onların öteki tutuklulardan ayrı tutulmasını istemişti. Öteki sanıklar da
çözülmek üzereydi.
O sırada sanıkların İslamcı avukatları
devreye girerek Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi üyesi Prof. Dr. Şebnem
Korur Fincancı'ya başvurdu. Fincancı'nın isteğiyle Ferhan Özmen ve Necdet
Yüksel'e psikolojik baskı ve işkence uygulandığını belirten formlar
dol-durtuldu. Fincancı, sorulu-yanıtlı formlara dayanarak, sanıkları hiç
görmeden baskı altında kaldıklarını doğrulayan bir rapor yazdı. Fincancı'nın
raporuyla birlikte örgütü ele veren sanıklar umutlandılar, soluklandılar;
"pişmanlık" dilekçelerini geri aldılar; Fincancı'nın raporunu
savunmalarında kullandılar.
Daha davanın ilk iki ayındaki gelişme
üzerine mahkeme Ferhan Özmen ve Necdet Yüksel'i Eskişehir Devlet Hastanesi'ne
gönderdi. 7 uzmandan oluşan Hastane Sağlık Kurulu, Ferhan Özmen, Necdet Yüksel
için "savunma yapmalarına engel ağır bir ruhsal hastalığı bulunmayıp,
tedavi edilmesini gerektiren" bir durum olmadığını belirten rapor verdi.
Av. Ceyhan Mumcu, 19 Ekim 2000'de Şebnem Korur Fincancı için İstanbul
Üniversitesi Rektörlüğü'ne başvurdu. Üniversite Disiplin Kurulu aradan on bir
ay geçtikten sonra Fincancı'ya ceza verilmesini gerektiren bir görev suçu
olmadığını bildirdi. [1, 2, 3]
Tevhid'in kuruluşuna katılan ve birçok kez
İran'a giderek devlet yöneticileriyle, Ali Hameney'le görüşen, Uğur Mumcu
öldürüldükten kısa süre sonra ve Madımak cinayetinden önce salon toplantılarında
Aziz Nesin hakkında "İslam hükmünün yerine getirileceğini" bildiren,
laik, "taguti" rejimin yıkılacağını açıklayan, Sincan Kudüs Günü
eylemi nedeniyle mahkum olarak hapiste tutulan Nurettin Şirin'in
Tevhid-Selam-İran bağlantılarına ilişkin ifadesi alınmadı.
Öteki ülkelerdeki İran bağlantılı suikast,
terör davalarında suçlu bulunan İran yöneticilerinin adları da belirtilerek
kararlar alınıyordu. Oysa Türkiye'de önceki davalarda olduğu gibi
"Umut" davasında da kestirmeden sonuca varılırken, yalnızca Sipah,
Sawama, Kudüs Kuvvetleri'nin görevlileri anıldı. Şapur Bahtiyar suikastından
önce İstanbul'da istasyon ev kuranlardan bile söz edilmedi. (Zifiri
Karanllıkta C. 2, 2. Basım, sf. 868-69 ) >>
Aradan 18 yıl geçti;
geldik bugüne. İşin sonu kara delikti. "Önce zifiri karanlığa, sonra kara
deliğe çekilen yalnızca devlet, ülke değil, "aydınım" diye
ortalıklarda dolaşanlardı" desek mi?
İşte böyle Tokatlı mülazim-i
evvel Şogen Aziz! Esir kampından kurtulursun, gönlün razı gelmez köyüne
dönmeye, yarı yoldan dönüp Atina devletinin saldırısını durdurmak için bir
manga askerinle Ödemiş Dağları'nın Hacettepesi'ne çıkarsın. Makinelinin
mermileri biter, askerlerini kurtarmak için "geri çekilin!" diye
bağırırsın. Onlar gitmeyince vurmakla tehdit edersin. Askerlerin
uzaklaşabilsin diye tabancanı çekip
yürürsün saldırganın üstüne. Vurulursun, düşersin, annenin anlattığı Kafkas
dağlarının serinlliğini düşlersin son soluğunu dışarı boşaltırken.
Şogen Aziz! Seni vurdular dağbaşında,
ama o gün bugündür, içerden dışardan vuruluyoruz. Hem de kıyılarımız,
adalarımız, güvenlik sularımız, Atina devletine el altından teslim edilirken. [4]
Hacettepesi,
2 Temmuz 2019
1) Eskişehir Devlet Hastanesi Sağlık Kurulu
[Baştabip Op. Dr., Nöroloji Umanı, Göz Hastalıkları Uzmanı, Genel Cerrahi
Uzmanı, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı, KBB Umzanı, Ortopedi ve
Travmotoloji Uzmanı] Raporu, 4.10..2010
2) Ceyhan
Mumcu'nun dilekçesi.19.10.2000; İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün yanıtı,
13.9.2001.
3) Şebnem Korur Fincancı,
"Ergenekon" adı verilen dava başlayınca topluca öldürülen ve gömülen
Kürtlerin mezarları bulunduğunu ileri sürerek toplu mezar yerleri kazdırdı;
ancak topluca gömüldüğü varsayılan ölüler bulunamadı.
4) Şogen
Aziz için bkz. 58 GÜN - Mustafa Kemal iil Filistin'den Anayurdun Dağlarına,
4. Basım, Ulus Dağı Yayınları, 2008