Yaşam öyle garipliklerle dolu ki; ne, ne zaman neye üzüleceğiniz belli; ne de, ne zaman neye sevineceğiniz.!.. Yani alı al, moru mor yaşayıp gidiyoruz. Kimimiz bazı şeylerin farkında, kimimiz de koyuvermişiz ipin ucunu. Bazen hangisi doğru vallahi bilmiyorum.
O eski şarkında ki gibi evet "bu yaz yine güneydeyiz", memleket olarak da, tatil olarak da.
Bir kaç gün önce güney sahillerimizin birinde bir kumsalda yaşadıklarımdan sonra, ne diyeceğimi bilmiyorum ama, bir şeyin ayrıma çok daha iyi vardım.
BU DÜNYA'da da, BU ÜLKE'de de İNSANLAR ÖLÜYOR AMA, İNSANLIK ÖLMEMİŞ. Çok mutlu oldum. Çocukça sevindim..
Halkın, sahillerde denize gireceği, kumsallarda sere serpe uzanacağı alan kalmamış ise de, kalanlarının birinde gördüklerim en azından benim için enteresandı.
Sahillerde turizm işletmelerinden kalan üç-beş adımlık "halk plajı"nda yerli yabancı onlarca insan vardı. Tabi parayı veren düdüğü çalar cinsinden de şezlonglar ve şemsiyeler sadece özel işletmelerde idi. Eh şimdilik parayı verip düdüğü çalıyoruz, başka seçeneğimiz yok bu saatten sonra..
Ama, keşke belediyelerimiz o kadar güzel hizmetlerinin yanında iki insan istihdam edip, birkaç şemsiye bir kaç da şezlong alıp uygun fiyata insanlara kiralasalar ne hoş olurdu. Ama şu kapitalizmin gözü kör olsun, etrafta işletmeciler varken, halk plajlarında bunlar olmaz. Çünkü, işletmeciler, halktan daha örgütlüdür. Örgütlü kesimler de daima kazanır.
Neyse, asıl anlatacağım bu değildi zaten.
Dedim ya, parayı veren düdüğü çalıyor diye, o gün biz de uzak olmasın diye halk plajının yanında ki şemsiye ve şezlonglu bir tesiste denize girip dinleniyorduk.
Zayıf; dünyaya dayanmaya çalıştığı her halinden belli bir adam ile yanında on'lu yaşlarda mayolu kararmış tenli bir kız çocuğu yandaki şezlonglarda uzanan birilerinin yanına gelip bir şeyler söylediler. Açıkçası ben de dileniyorlar diye düşündüm. Anladığım kadarı ile olumsuz yanıt alınca, bizim şezlonglara yaklaşınca ben doğruldum ve bekledim.
Küçük yanık tenli kız, "af edersiniz ama biz telefonumuzu kaybettik." diyebildi aksanlı Türkçesi ile.
Ben de numaranız ne dedim. Hani telefonu çaldırıp kumsalda sesinden bulmak düşüncesi ile.
Numarayı aksanlı ve çok az Türkçesi ile adam söyledi ve ben de aradım. Bir erkek sesi açtı, ben de olanları anlattım.
Evet, soyunma kabininde buldum ve sahilde ki gözetleme kulesine vermek için aldım dedi.
Evi sahile yakın olduğundan, "gelsinler Kıbrıs Pastanesi"nden alsınlar dedi.
Bu arada, adam ve kızı telefonu almaya gittiler, iki erkek çocuk da sahilde , açtıkları şemsiyenin altında kaldılar.
Bir süre sonra çocukların yanına, güneşten korunmak için başına mendil büyüklüğünde bir şey bağlamış, ev giysileri sayılacak bir giyimli ellili yaşlarda bir bayan geldi, çocuklar ile konuştu. Açıkçası, pek olağan olmayan bu durumu görünce ben de yanlarına gittim ve ablası ile babası gelecek diye söze girdim.
Kadın da, niye sorduğumu anladı ve "dün, güneşin altıda öyle yanmışlardı ki, bunları evime götürdüm, yıkadım, yaralarına merhem sürdüm ve karınlarını doyurdum, getirdim" deyince şaşırdım ve kadından şüphelendiğim için biraz da utandım.
Meğer, adam emperyalizmin at koşturduğu ve halklarını özgürleştireceğim diye canlarına okuduğu bir ülkenin, dinci terör örgütlerinin baskısından kaçan önemli bir kamu görevlisi imiş.
Kütahya'ya yerleşmişler, Anneleri doğum da ölen çocuklarını kırmamak için de, üç-beş günlüğüne bu sahil yöresine getirmiş.
Sonra adam ve kızı, büyük bir sevinç ile geldiler, bana telefonlarını göstererek.
Adamın belki hali vakti idare eder gibi idi. Ama gurbette yaşam savaşı vermek başlı başına bir sorundu ama.
Annelerini doğumda kaybeden, ülkelerinden kaçmak zorunda olan çocuklar hala yaşama tutunabiliyorlar idi.
Kaybettikleri telefonlarını bulan bir kişi, telefonu onlara ulaştırmak için onların yanlarına kadar gelebiliyordu.
Daha da önemlisi, sadece yüreği insan için çarpan güzel bir kadın, hiç tanımadığı üç çocuğu alıp evine götürüyor, onları yıkayıp, kremleyip, karınlarını doyurduktan sonra, sahile babalarının yanına getirebiliyordu.
O gün de, Baba sahilde açtığı şemsiyesinin altında kumlara uzanırken,
Yine o kadın, o üç çocuğun ellerinden tutup, yine evinde yıkamak, güneş yanıklarını sarmak ve karınlarını doyurup, giydirmek için ellerinden tutup, evine götürüyordu.
Onca açlık, yoksulluk, savaş ve ölüm varken, İNSANLAR ÖLÜRKEN,
Benim güney sahillerimde hala,
GÜZEL İNSANLAR ve İNSANLIK YAŞIYORDU!..