Genellikle oturur birkaç kelam edecek isem, hemen siyasi iki kelam ederdim. Sonra düşündüm, kime iki kelam ediyorum, insana!..

    Peki, o zaman bu iki kelam ettiğim ama nedense herkesin kendi havasında çalıp oynadığı bir ortamda, bu insanlara iki kelam etmenin ne gereği olur ki.

    O zaman düşündüm, muhatap insan da, hangi insan.

    İşte sorunun en zor olanı.

    Ben de kendime, sence "insan nedir", diye sordum.

    Taaaa ilk çağlardan bu yana insan ile ilgili iki kelam edenler usundan geçti. Ooooo kimler yok ve neler neler dememişler ki.

    "Düşünen, üreten, icat eden, sosyal, .....  hayvandır.

    Eeeeee o zaman hayvanlara bakıyorum, hepsi kendi işinde gücünde. Yaşamak ve var olmak derdinde ve çabasındalar.

     Bir karınca yiyecek görse, bulsa sürüsünü çağırıyor ve yuvaya el birliği ile taşıyorlar.

    Bir sinek bile öyle.

    Kurt bile sürüye saldırmak için kendi sürüsünü bekliyor.

    Eeee o zaman Ali Demir Hocam'ın dediği gibi "Yaşamak, savaşmak" ise bunun da bir adabı, kuralı olmalıydı.

    Dünyanın var oluşu ve ilk canlıların ortaya çıkışı ile birlikte bütün canlılar kendi masum ortamlarında var olmaya çalışmışlardır.

    Tamam insanoğlu karnını doyurmak için zamanla başka canlıları yok etmiş, anlamıştır ama o da başka canlılara av olmaktan kurtulamamıştır.

    İlk başlarda mağara ve ağaç kovuklarında tek başlarına yaşasalar da, zamanla hem güvenlik hem de diğer Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde tanımladığı gibi gereksinimlerinden dolayı sosyalleşme gergi duymuştur.

   J.J.Rousseau'nun dediği insan kendi soyuna ilk kötülüğü "ilk çiti çekerek" yapmıştır. Bu mülkiyet duygusunun belki de ilk başlangıcıdır.

    Ardından tarım devrimi, sanayi devrimi derken 20'inci yüzyılı bile bitirip, 21'inci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşıyoruz.

    Artık insan ve insanlık bir yandan açlık, yokluk, yoksulluk, hastalıklar, sefalet ile cebelleşirken, gelişmiş sanayii ülkelerinde insanlar başka dünyalar arama derdine düşmüşler.

    17.  ve 18. yüzyıl ile ortaya çıkmaya başlayan ulus devletler, uluslaşma süreçleri, her geçen on yıl ile birlikte yeni bir dönüşüm içine girmişlerdir.

    Bir yandan Mikro milliyetçilik körüklenirken, emperyalist devletler kendi başlarına önceleri aşağıladıkları, yok saydıkları toplumların, milletlerin özel yetiştirdikleri insanlarını;

    Amerika bir zenciyi, İngiltere bir Asyalıyı (Hintli) başkan seçecek noktaya gelmişlerdir.

     İnsan ve insanlık bu kadar gelişip, evrimleşirken, az gelişmiş ya da ben daha çok sevdiğim şekli ile "geri bıraktırılmış" toplumlarda insanlar neden hala birlikte olup, mutlu ve mes'ut bir şekilde yaşamaları varken, neden birilerine "yalakalık" yaparak kendileri için bir süreliğine çıkar yol bulma derdine düşerler.

     Bizde derler ki, "bayramda köpek canlanmaz!..."

    Ozan (Bertolt  Brecht) ne güzel söylemiş, "kurtuluş yok tek başına, ya hep birlikte ya hiç birimiz" diye.

    Bütün bunları neden düşündüm anlatayım.

    Ailemden yetişme tarzım, eğitimim, aldığım terbiye ve dünya görüşüm sebebiyle hep birlikte olmayı ve herkesin iyiliği ve güzelliği için çabalamayı ilke edindim ve yaşadım.

    Çağdaş, insan sevgisi olan bir İnsanın tek başına yapabileceği şeyler yok denecek kadar azdır. Tek başına yaşayacağınız mutluluk mum ışığı gibidir. Yakarsınız, mum (enerjiniz) bitince yaşadığınız iyi ve güzel şeyler de biter.

     O yüzden insanın üretkenliği her ne kadar kendini öncelese de, kalıcı olması için, o mutluluk ve başarının ortamının geniş olması gerekir.

   Bu herkes için böyle midir, elbette ki değil. İşte o zaman tekillik devreye giriyor ki, bunun sonucunda da, insan YALNIZLAŞIYOR ve garip arayışlar içine giriyor.

    Geçenlerde Ankara'da Tunalı Hilmi Caddesinde yürürken, bir zamanlar yaşamlarına dokunduğum, tanıştırdığım yakından tanıyanlar bilirler bugünkü yaşamlarının varlık sebebi iki "arkadaşımı" gördüm.

     Onlar beni görmediler ama ben onları görünce çok güldüm.

    Birisinin seçilmesinde, diğerinin de meslek yaşamında katkım büyük olmuştu. (Ne büyük adamışsın be abi)

       Bir ara seçilmiş için, diğeri, bir Parti'nin Ankara il başkanı da olan arkadaşlarımın yanında bana, "bu aşağılık adamı yanında getirme" demişti ama benim adam satmak gibi bir huyum olmadığından umursamamıştım.

     Bir yerde, konu gelmiş ve ona kendine bu sözü ve söyleyeni söylemiştim.

   O caddede her ikisini de görünce, insanca yaşamak ve paylaşmak varken, böyle yaşayanları görünce siz olsanız bu yazının başlığını ne koyardınız?

    Ben sadece tebessüm edeyim!..