Bir şeye başlamadan önce, o "şeyin" ne olduğuna bakmak gerekir. Yoksa bu iş, "havanda su dövmeye" benzer. Yani, sonuçsuz olur kalır.

Şöyle güzelce bir oturun. Çayınız, kahvenizi var ise de yanınıza alın ve arkanıza da yasalanın. Henüz öyle başınızı iki avucunuzun arasına alıp; saçınızı başını yolmaya da başlayacak durumda değilsiniz.

Daha erken.

Hepimiz, bir birey olduğumuza göre, önce kendimiz için varızdır. Sonra çevremizde, anne, baba, kardeşler, eş, çocuk, hısım, akraba derken birden sülaleye, köye, kasabaya, hiç düşünmeseniz de, aklınıza gelmese de birden kendinizi ülkede/ ülkenizde buluverirsiniz.

Şimdi düşünün, evde bir "aile reisi" var. Bunun anne ya da baba olmasının bir önemi yok. Çalışıyor, eve para geliyor, babadan, dededen de bir ev kalmış, ya da bir şekilde bir ev alınmış ise; oooo ne âlâ, değil mi!..

Hadi derler ya, "Allahtan sağlık, devletten de aylık!."

Buraya kadar her şey yolunda.

Bir şekilde sağlık ya da ekonomik bir sebeple iş sorununuz yok, eve de ekmek getiriyorsunuz tamamdır. Memleket mi?

Eeee yani, sizler bu kadar işi, gücü düşünür ve uğraşırken, seçtikleriniz de memleketi düşünsünler değil mi?

Yıl şenliklerle, eğlencelerle bitti. Sokaklarda insan kaynıyordu.

Koyu renklisi, açık tenlisi, altında son model yabancı plaka taşıyan araçtakiler. Villalar sıradanlaştı, ortalık "rezi-dans"larda mutlu, mutlu yaşayıp, eğlenip, bunları verdiği için Tanrıya, Başkanına "şükür duası" edenler dolu.

Bizim teyzeler amcalar mı?

Onlar, başkalarının işine bakmaktan, kendi işlerine bakmaya vakitleri olmadığından, avukat değil ama siyasi temsilciler seçtiler.

Asgari ücret. Hey yavrum hey. Ne güzel memleket bu ya.

Bir zamanlar EŞİT İŞE, EŞİT ÜCRET diyenleri "gominist, diye sopalıyorlardı. Şimdi mi, "asgari ücret/ en az ücret" diyenleri millet başında taşıyor. Hatta iktidar yayıp, başkan bile seçiyor.

Asgari ücrette adamlarının adamı sendikacıların dedikleri oldu. Madamlarının madamı mı?

O, kırmızı giydiğinden, onu dinleyen olmadı. Konuşmuş, bağırmıştır da, sesini bize duyurmadılar.

Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT), mı? Bugün mutlular. Daha henüz, "Ölümü gösterip, sıtmaya razı olduklarını" anlamazlar.

Uluslararası "aktif/pasif" dengesi denilen, çalışan ve emekli aylığı karşılanan bir dengesi vardır. 4 Çalışandan yapılan kesintiler ile 1 emeklinin aylığını karşılanır. Der genel kural.

Oysa uzun yıllardır ülkemizden bu denge, 2'nin altındadır. Yani, bir emeklinin maaşı, bir buçuk çalışandan yapılan kesintiler ile karşılanmaya çalışılıyor, o da yetmiyor devlet bütçesinden.

Siyasilerin söylemleri halkın ya da seçmenin hoşuna gider.

Hiç bir sosyal güvenliği olmayanlara elbette devlet, "sosyal devlet" olduğu için gerekenleri yapmak zorundadır.

Ancak, kişilerin, ailelerin bütçeleri gibi, devletin de bir bütçesi vardır. Bu bütçeye akan gelirler ya bizim doğrudan ya da dolaysız sağladığımız vergiler ile oluşmakta; ek olarak kamu hizmeti/ görevi sayılan işlemlerden sonra kamunun tahsil ettiği gelirler olmaktadır.

Dolayısı ile hepimizin bir şekilde katkısı ile bir bütçe oluşmaktadır. Elbette ki bunun halka, yurttaşa dönemesi kadar doğal bir şey olamaz.

Bu genel bir kural iken, uygulamalarda başka şeyler de görmekteyiz. Bu ülkede yurttaşı olup, dolaylı vergiler ve hizmetler dışında, devlete hiç bir yükümlülüğünü yerine getirmemiş insanlar da, yaşlılık, bakım aylığı, gideri gibi genel uygulamalardan yararlanmaktadır.

Özellikle Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile yaşanılanların sonuçlarını ise, her biraz daha fazla mülteci/ sığınmacı/ ilticacı bakarak, acı sonuçlarını yaşayacağız.

Devlet yönetmek ciddi bir iştir. Bir bakkal bile işini önce çıraklık ile öğretirken, bizim devlet yönetimi sokaktan toplanan siyasi denilen kişiler ile yapılmakta, sonra da her geçen gün yaşanan çoğalmakta.

"Acemi nalbant, gavur eşeğinde öğrenir" der güngörmüşler.

Devlet, kişilerin güvenlik, sosyal güvenlik, sağlık, eğitim gibi zorunlu gereksinimleri için vardır.

Siz, en başta "devlet don mu yapar" diyerek Sümerbanklıları birilerine peşkeş çekilmeye ses çıkarmazsanız, bir gün kıçınız donsuz kalınca anlarsınız "Sümerbankı" da ne olduğunu da.

Hastane kuyrukları uzayıp gidiyor. Parası olanlar, özel de sorunu çözüyor. Emekli maaşını ya da aldığınız ücret ile sağlık hizmeti satın alamıyormusunuz; eee bunu siz hak ettiniz, "sarı öküz vererek". Devlet hastanelerini düzenleyip, eksiklerini giderip sorunu çözmek varken, "Hasta Garantili Hastaneler" yapanları alkışladınız, seçtiniz.

Sakın kimse, seçimlerden sonra, herkese yardım yapacağız demesin; Devlet yıllardır emeklilik primlerini ödeyen emeklilerine bile hak ettikleri aylıklarını ödemekte sorun yaşayacakken, bir de nerelerden çıktığı belli olmayan uzmanların projeleri ile sosyal güvenliği çözmek isteyenler, birilerini güldürmesin.

Şeyh Edebali boşuna demedi yıllar önce, Osman Gazi'ye "Ey oğul, insanı yaşat ki, devlet yaşasın" diye.

Artık herkes titreyip kendine dönmelidir. Bu ülke ve toprakları kan ve can ile kurtarılmış ve kurulmuştur. Öyle önüne gelene de peşkeş çekilecek topraklar da değildir.

Gel gör ki, Mustafa Kemal Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi unutulmuş, boşuna unutturulmamıştır.

Çünkü orada, "Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir." der.

Benden, daha fazla ne yazmamı bekliyorsunuz ya.

Söylenmedik söz mü kaldı, söz mü kamış!..