Anlatacağım olay 2010 yılında geçer. O zamanlar
Danışmanlığını yaptığım uluslararası firmanın bir projesi için, İspanya'dan
şirketin temsilcisi bir Mimar geldi.
Ailesi ve kendisi de komünist eğilimli, Latin Amerika
kökenli aydın, dünyayı sorgulayan bir kişi. Şirket her ne kadar İspanyol olsa
da, İstanbul'a bir duygusallığı vardı.
Şirketin sahipleri, 15. yüzyılda İspanya'dan Kuzey
Afrika'ya ama çoğu Osmanlı İmparatorluğu topraklarına İstanbul, İzmir, Selanik
ve Safed kentlerine kaçan ve sığınan Yahudi ailelerden idi.
Bu duygusallıkla, dünya çapında satış mağazaları
bulunan şirket, İstanbul'da bir Lojistik merkezi kurmak istiyordu. Daha sonra
bazı siyasilerin MERKEZ TÜRKİYE diye sunacakları siyasi projenin aslını ticari
olarak hazırladık ama her nedense iktidar izin verilmedi.
Neyse buralar işin dedikodu kısmı. Bu çalışmalar
sırasında mimar arkadaşımız ile sohbet de ediyorduk.
AKP ezici çoğunlukla iktidar olmuş, İslami sermaye ve
cemaatler de ülke kaynaklarına saldırıyor ve eline geçirdiği her şeyi talan
ediyordu.
Bizim ülkemizde yaşananlara olan kaygımızı görünce,
yaşadığı ülke İspanya'dan General Franko dönemine ilişkin bir olay anlattı.
İspanyol Devleti, 1939 İspanya İç Savaşı'nın
bitmesinden, 1975 ölümüne kadar, Francisco Franco tarafından diktatörlükle
yönetilmiştir.
En büyük müttefiki ise, "Falanjizm"
esaslarına dayanan İspanyol milliyetçiliği ve koyu Katoliklikler ile Katolik
Kilisesi idi. Anti-komünizm fikirlerine dayalı, askeri otoriter sembolik parlamenter
demokrasi ile ülke bu yıllarda "demokrasi" denilerek, faşizm ile
yönetilmiştir.
Başlangıçta rejimin en büyük destekçisi Katolik
Kilisesi ve koyu Katoliklerdir. Siyasilere Katolik Kilisesi, Katolik Kilisesine
de siyasi destek ile Franco döneminde o yıllar nüfusun %90'ları Katolik idi.
Franco'nun faşist ve diktatör uygulamaları ile
ekonomik ve sosyal olarak bunalan halk, 1975'de Franco'nun ölümü ve Kralın
desteği ile Demokrasiye geçince, bütün hırsını Katolik kilisesinden almıştır.
Anadolu Ajansının 05.09.2017 tarihli sayfasında,
halkın %70 Katolik, %20 inançsız, %3,6 Müslüman, %6,4 diğer görünürken, 2021
yılında bu nüfus %50'nın altına düştüğünü, inançsızlar ise %30'ların üstüne
çıktığını görüyoruz.
Ülkemizde ise, 2000'li yılların başında nüfusun %98'i
Müslümanım derken, KONDA'nın (2008-2018) 10 yıllık değişim anketinde nüfusun %51'inin
Dindar (son 10 yılda %4 azalma), %34'ünün İnançlı (son 10 yılda %3 artış),
%10'nun Sofu (son 10 yılda %3 azalma), %2'nin İnançsız (son 10 yılda %1 artış),
%3'ünün Ateist (son 10 yılda %2 artış) olduğu görülmüştür.
O zaman projede birlikte çalıştığım İspanyol Mimar,
merak etmeyin, dini arkasına alan iktidarların halka rağmen sürmesi mümkün
değildir. Halk, Franco'ya olan hıncını, kinini Katolik Kilisesinden aldı
demişti.
Ülkemde de benzer süreçlerin yaşanmasından üzgünüm.
Toplumun bireylerini bir arada tutan, üst yapı
kurumlarından birisi de dindir. O yüzden dini inançların, cemaat ve siyasi
çıkarlar için kullanılması, hem inanç açısından hem de toplumsal değerler
açısından çok tehlikelidir. Bunun siyasileşmesi ise bir felakettir.
Özellikle son zamanlarda cemaat evleri ve yurtlarında
çok sık yaşanan her türlü olumsuzlukların da toplumu derinden etkilediği için, birçok
şeyi, hep birlikte yeniden sorgulamamız gerekmektedir.
Her ne kadar, iktidar ve muhalefet partileri bu konuyu
görmezlikten gelse de, gerçekten bir demokrasiye geçilirse, adil bir Cumhuriyet
Savcısının başlatacağı bir soruşturma, çorap söküğü gibi olayları ortaya
serecektir.
Yalnız bizim tarihimizde değil, dünya tarihinde de,
yaşanan bu tür dini her türlü istismar olaylarının bir gün bütün açıklığı ile
ortaya çıktığını, siyasilerin iktidar hırsı ve beklentileri ile göremezlikten
geldikleri olayların bir gün ortaya saçıldığını bir gün mutlaka göreceğiz.
Atatürk'ün 30 Ağustos 1925'de Kastamonu konuşmada
değindiği gibi, "bu ülke elbette ki şeyhler, dervişler, müritler,
mensuplar memleketi olmayacaktır".
Bir kıvılcım, bir çöplüğü yakıp, yıkıyor. Bunu gördük.
Umutla bekleyelim.