Yeni kurulan bütün devletlerin bile bir
Milli marşları var iken, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun MİLLİYETÇİLİK
anlayışı olmamasından dolay, bir Milli Marşı yoktur. Çünkü, Osmanlı
İmparatorluğu, Orta Çağı yıkıp dünyayı YENİ ÇAĞ'a geçirmiştir(1453. Fatih'in
İstanbulu fethi ile) ama, yeni çağın yenilik ve değişimlerine kapılarını
kapatıp, sırtını dönerek, yeni dünyada olan bitenden haberdar olamamıştır.
Matbaanın çok geç gelmesi gibi, milli bir Marşının olmasının gerekliliğinin de
farkına varamamıştır. Her ne kadar bu günkü gibi Mehter Takımını öne çıkarılsa
da, o da II.Mahmut tarafından Yeniçeri Ocağı kapatılınca, Mehterhanede
kapatılmış ve yerine bu günkü Mehter Mızıka-î Hûmâyûn kurulmuştur. Ulusal Marşlar, ULUS DEVLETlerin kurulması
ile söylenir/kullanılır olmuştur. Bu da 1700'lü yıllardan başlar. Konuya böyle
yaklaşınca, olayları hamaset bilgisinden çok kayıtlı bilgilere dayandırmak yerinde
olur. İlk soruyu DEVLET nedir diye soralım: Sözlükler Devleti:"Belirli bir
toprağı olan, kanunlara göre bir hükümet idaresinde teşkilatlanmış, bağımsız
topluluklara denir. Dışarıya karşı halkın menfaatini korumak, içeride refahını
sağlamak, güvenliği korumak devletin vazifesidir. Devletin üç ana elemanı,
halk, ülke ve egemenliktir. Devletler anayasasına göre basit ve bileşik
olabilirler." olarak tanımlıyorlar. İkinci soru ise, Ulusal Marş nedir
olsun: "Bir ülkenin bağımsızlığının ve gücünün simgesi olan, yurtseverlik
duygusunun ifadesi olarak hükümet tarafından onaylanmış ya da halk arasında
benimsenmiş, genellikle bestelenmiş haliyle çeşitli etkinliklerde seslendirilen
sözlü müzik parçası."
Ulusal Kurtuluş savaşı ile birlikte, 23
Nisan 1920 tarihinde yeni kurulan TBMM’nin açılmasından hemen sonra; başta
Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere yeni kadrolar ve tabi ki başta MUSTAFA KEMAL
ATATÜRK, İstiklal Savaşı’nın anlam ve önemini belirtecek ve yeni kurulan
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığının sembolü olacak milli bir
marşının olması gerektiğini anlamış ve bu sebepten dolayı çalışmalar yapmaya
başlamıştır. 1921 yılının başında bir yarışma açılmasına karar verilmiştir.
Yarışma sonucunda toplanan şiirlerden en güzeli Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
Milli Marşı olarak kabul edilecektir. Yarışmanın sonucunda, kazanana o dönemin
şartlarında gerçekten çok büyük bir tutar olan 500 Tl para ödülü verileceği
duyurulmuştur. Başta Atatürk ve TBMM, bir yandan bir Ulusal Kurtuluş Savaşı
verir iken( bu işlemler 1921 yılında yapılıyor, henüz Lozan Antlaşması '24
Temmuz 1923' bile imzalanmamış iken), diğer yandan da bir ulus yaratmak,
oluşturmak için de büyük bir çaba içerisindedirler. Zor koşullarda duyurular yapılmış ve 6 ay
boyunca 724 şiir Ulusal Marş olsun diye ulaştırılabilmiştir. Dönemin Milli Eğitim
Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, Milletvekili de olan Mehmet Akif ERSOY'a, bir
mektup yazarak kendisinin de yarışma dışında tutulmak üzere bir şiir
yollamasını rica eder. M.A.Ersoy, paralı ödüllü bir yarışma olasından,
kendisinin de Milletvekili olmasından dolayı şiir vermek istemediği sürece;
"KAHRAMAN ORDUMUZA" isimli bir şiir ile dahil edilir ve kendisine
para ödenmeyeceği sözü verilir.
Yapılan değerlendirmelerden sonra, 12
Mart.1921 günü, Mehmet Akif Ersoy'un şiiri ULUSAL/MİLLİ MARŞ olsun diye kabul
edilir. Şiirin belirlenmesinden sonra, MEB 24 besteciye davet göndermiş ve
gelenler arasında; Ali Rıfat Çağatay ve Osman Zeki Üngör'ün besteleri
beğenilmiştir. 1924-1930 yılları arsında Çağatay'ın bestelediği gibi söylense
de, ÜNGÖR'ün 1922 yılında yaptığı beste, 1930 yıldan bu yana okunmaya devam
etmektedir.
"İstiklal Marşı
---Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al
sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son
ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
---Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı
hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu
celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra
helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin
istiklal!
---Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür
yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?
Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner,
aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam,
taşarım.
---Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı
duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı
boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış
canavar?
---Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma,
sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettigi günler
hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da
yakın.
---Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek
geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır,
atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet
vatanı.
---Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki
feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
---Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak
emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
---O zaman vecd ile bin secde eder -varsa-
taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arsa değer belki başım.
---Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı
hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin
istiklal!"
Mehmet Akif Ersoy