Efkarlı günlerimizde, ne de çok Ahmet Kaya dinler, biri birimizin gözlerine
bakamadan "beni burada arama , arama Anne" diye şarkılar söyler;
"Aman rüsva etme beni,/ anlıyor musun?" diye Ahmet Arif söylerdik!..
Ya, Yitik zamanların çocuklarıydık biz!..
Tek tük sevenlerimiz olurdu aramızda. Ya da derdini bile anlatamayan; kendini,
ilk elinde tutanlara feda edenlerimiz ne de çoktu aramızda.
1963 yılında ki bir olayı öğrenince, 60'lı yıllara imrenmemek elde değildi.
Siz kalkın Antalya'dan, gelin Ankara'ya, biriniz cebecinin bir köşesini,
biriniz de diğer köşesini tutun. Mülkiye tayfası ve hukuk tayfası olarak dört
yıl geçir. Gün olsun, devran dönsün fakülteler bitsin, diplomalar alınsın,
sonra ver elini hayat okulunun öğrenciliğine.
Saatler süren yolculuktan sonra, bir Kara Deniz kasabasında bulurlar
kendilerini. Deniz tamam da, şu baht, talih, şansa ne demeliydi. Tamam aşk
tesadüfleri severdi ama, gözü de kör olur denilirdi hani.
Denizin şansı, talihi ve bahtı o avlusu taş duvarlarla çevrili avluda ve taş
binalı okulun sınıflarında açılmıştı. Yan fakülte ise işin fantazisiydi.
Oysa Deniz, sakin, sıcak Akdeniz sahillerini pek sever, boş vakitler sırası
gelmişse Mermerli Plajı; değil ise, varyanttan Konyaltı kumsalı ve sabahın
sakin denizine bayılırdı.
Akçakoca!.. Evliya Çelebi'nin havası latif, hazin (acıklı, dokunaklı) şehir
dediği Akçakoca. Hey gidi hey, Bizans'ın Diyapolis'i, Osmanlı'nın Akçaşar'ı,
Genç Türkiye Cumhuriyetinin, Fetih eden Akçakoca Bey komutana nezaketen
Akçakoca'sı..
Deniz, kendine şans, talih, baht olacak Olcay'a nikah kıyacaktı.
Doğa, insanın yaşamını belirler dedikleri bu olsa gerek. Sakin Ak Denizin
çocukları, hırçın bir Kara deniz sahilinde evlenip, Ankara’yı mekan
tutacaklardı.
Ve üstüne yazılacak yüzlerce öyküye konu olacaklardı.
Akademisyenlik, İnönü, Ecevit gibi siyasi devlerin masalarında akil adamlık,
Ecevit'in Erol Çevikçe'ye dediği "son elli yılda, Deniz Baykal gibi bir
siyasi daha gelmez" sözü, pek bilinmese de, Deniz Baykal fırtınası
ortalığı kasıp kavuracaktı.
Dev Petrol şirketlerinin Millileştirilmesi, Ülkenin birlik ve beraberliği için
ilk uçlardaki iki partinin (CHP+MSP) koalisyonunda yapı taşlığı, 12.Eylül
sürgünü, siyasi yasak ve Ulusal Birlik ve bütünlüğün olmazsa olmazı CHP'nin
yeniden açılması.
Siyasi Mücadeleler, siyasi şantaj ve komplolar, herkesin bir siyasi deha
olduğunu kabullenmeler ama, görmezlikten gelmeler. Yılmayan, bıkmayan,
usanmayan bir kişilik ve Devlet Adamı, Deniz Baykal.
Kendisiyle barışık, sıradan olabilecek kadar özel bir kadın, Olcay Baykal. Yaşam
öyle garipliklerle doludur ki, ne yılları biter ne de yolları. İnsana
dair, hangi tanımını saysak, hep bir eksiktir. Deniz, Ankara'nın soğuk
havasında ülkesinin yeni dönemini düşünürken; Olcay, evinin kışlıklarını
düşünüyordu. Ta ki o Ekim sabaha kadar. Her şeye rağmen saygılı, sevgili,
düzeyli bir yaşam. Sevgi. onur. Torunlarına, öğretmenleri,
"Deniz/Mehmet/Ali Can, çağ ocağına beş çay söyle!.." dediklerinde,
Dev gibi bir Dedenin, iki koca Profesör Ana-Babanın gölgelerine saklanmadan
yaşamayı öğreten kendi küçücük, ama gönlü, aklı, fikri dev gibi bir kadın Olcay
Baykal.
Ve Angora evleri. Gelen misafirleri ile pencere önünde ki koltuğuna oturan Deniz; mutfakta, misafirlerine çayları, pastalarını hazırlayıp kendi elleri ile sunan Olcay.
Heeyyy, o Angora'daki ev sizleri, özledi biliyor
musunuz?.
Kapı çalınınca, kapıyı kendi açan o koca dev gibi adam, sadece hoş geldin de ve
ikramlarda görünen gönlü dev, kendisi mini minnacık kadın, O evin odaları sizi
özledi biliyor musunuz!..
Şimdi, ibn-i Sina hastanesinin o yoğun bakım odaları size
kucak açıp, Sayın Rektör Prof Dr. Erkan İbiş ve ekibi gece ve gündüzlerini size
vakfettiler;
Protokol girişi Yurdun dört bir yanından gelen sevenleriniz, sayanlarınız ile
dolup, dolup taşıyor; Biliyor musunuz? Ha bu arada, ey koca Deniz, sana dün hep
her şeyini verenler, bu günde yüreklerini, sevgilerini ve dualarını veriyorlar,
biliyor musun? Tek yanıt istemezsin biliriz. Tamam onu da söyleyelim. O timsah
göz yaşlılar mı? OOOO!... onlardan da çok. Karma karışık akılları, sızlamayan
vicdanları ile. Hani derdin ya, Hani, senin bir ihanet kotan vardı ya.
Evet, onlar da geliyorlar. Utana sıkla. Suratları
mı?, Oradayken üzüntülüydü ama, arabalarını binip gittiklerinde nereleri zil
çalıyor, onu göremiyoruz da!..Boş ver be Deniz, sevgili Genel Başkanımız, ha
gayret.
"dayan kitap ile dayan iş ile,
Tırnak ile diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile,
Dayan rüsva etme beni, anlıyor musun?"