Olaylara bakarken, olayın ne olduğuna, kimleri ilgilendirdiğine; zarar görenlerin, yarar görenlerin kimler ya da hangi sosyal, siyasal katmanlara ait olduğuna sığ bir bakış açısı ile yaklaşmak sorunu çözmeye yetmez,
Ötesine ve nedenleri ile süreçlerine de bakmak gerek.
O yüzden Türkiye Cumhuriyeti tarihine bakarken, nereden ve hangi tarihten bakmaya başlanacağı önem göstermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı topraklarda binlerce yıldır farklı millet, kültür ve inanıştan binlerce insan yaşamış, yurt edinmişlerdir.
aralarında sorunlar, içeriden, dışarıdan müdahaleler olsa da yine de bir şekilde bir bir olup, bir arada yaşamayı becermişlerdir.
Herkes olaya kendi penceresinden bakmayı pek yeğliyor.
Dışarıdan bakmak gerekirse, nereden başlamak gerek bu bakmaya; elbetteki Osmanlının parçalanması ve emperyal devletler tarafından topraklarının ilk işgalinden bakmaya başlamak gerek.
Peki, "Osmanlı" nedir?
Osmanlı Beyliği/Devleti/İmparatorluğu, Oğuz Türklerinden Osman Gazi'nin kurduğu Osmanoğlu Hanedanı'nın hükümranlığında varlığını sürdürmüş çok uluslu Sünni Müslüman bir devlettir.
İlk önce 1299'da Osmanoğlu Beyliği olarak kurulmuştur.
1301'de Osmanoğlu Beyliği Yenişehir'i ele geçirip, 1302'de Bizanslılarla yapılan küçük çaptaki savaş ile Koyunhisar Muharebesini kazanıp, Koyunhisar kalesini ele geçirince Beylik, 1301'lerden başlayarak Beylikten Devlete;
1453'de İstanbul'un fethi ile de Devletten İmparatorluğa dönüşmüş bir Osmanlı Hanedanlığıdır.
1389 yılında, 1. Kosova Savaşı’nda şehit düşen I.Murat'tan (şehit ilk ve tek padişah) sonra, Osmanlı İmparatorluğu, kötü ilklerini yaşamaya başlar. Buna "sonun başlangıcı" demek de yanlış olmaz.
Bu yenilgiden sonra, Osmanlı Devleti ilk toprak kaybını yaşayacak ve 26 Ocak 1699 tarihinde, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ve diğer Kutsal İttifak devletleri (Avusturya, Venedik ve Lehistan) arasında 26 Ocak 1699 tarihinde Karlofça Anlaşmasını imzalayacak ve Gerileme Dönemi başlayacaktır.
Osmanlı Saray Yönetimi, Hanedanlık süreçlerini çok iyi yönetemez olunca, devlet yönetimde de liyakatsizlikler baş göstermiştir.
Bu dönem, Osmanlı tarihinde, "Kaht-ı Rical" dönemi; Devlet adamı yoksunluğu, devlet adamı kıtlığı anlamında kullanılacaktır.
Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra, tarihçi, bilim ve siyaset adamları, yıkılışın sebebini bu dönemlerde, “Devlet adamlarının yetişmemesi, aydın ve bilim insanının çok azalması, medreselerin bilimden uzaklaşması, devletin yıkılış sebeplerinden en önemli olanları" olarak sayarlar.
Osmanlı Devleti’nin yıkılış, yok oluş süreci ise, Mondros Ateşkes Antlaşmasının Osmanlı İmparatorluğu adına Bahriye Nazırı Rauf Bey ve İtilaf Devletleri (İngiltere, Rusya ve Fransa'dan oluşmaktadır. Savaş başladıktan sonra İtalya da bu cepheye katılmıştır) arasında Limni adasının Mondros Limanı'nda demirli olan Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918 akşamı imzalanan antlaşma ile başlamıştır.
İtilaf Devletleri, Meclis-i Mebusan’ın çalışmalarından rahatsız olmaktadır. Örnek, Misak-ı Milli kararı, çıkarlarına aykırıdır ve kararların iptal edilmesi için İstanbul Hükümetine yaptıkları baskıların sonuç vermemesi üzerine 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri adına İngilizlerin, resmen İstanbul'u işgali başlar.
İngiliz Askerleri Mebusan Meclisini basarak önde gelen milletvekillerini Malta’ya sürgüne gönderip, İstanbul’da sıkıyönetim ilan edecekler ve Mebusan Meclisini kapattılar.
Osmanlı Sarayı ve Hanedan bu durumdan rahatsız değildir.
Mustafa Kemal(ATATÜRK) Paşa, Millî Mücadeleyi Anadolu’ya yaymak düşüncesiyle 19 Mart 1920’de bir genelge yayınlayarak, Ankara’da yeni bir meclisin açılacağını, hemen seçimlere gidileceğini ve her ilden seçilecek beş üyenin de 15 gün içinde Ankara’ya gelmelerini ister.
Seçimlerden sonra Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920’de Ankara'da açılır ve Mebusan Meclisi Üyeleri’nden Ankara’ya gelebilenler de BMM üyesi olarak kabul edilir.
Ankara'da 23 Nisan 1920 Açılan Büyük Millet Meclisi, 29 Ekim 1923'de Türkiye Cumhuriyeti ilan ediyor. Ardında da;
Devletin laikleştirilmesi yolunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi en önemli kararı 3 Mart 1924 günü çıkardığı yasayı çıkartarak alıyor ve halifelik makamını kaldırıyor.
İşte bu zamana kadar bu ülkede bazıları hariç çoğunluk olanlar ile ilgili hem fikir. Ancak;
Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı mensuplarının Türkiye dışına çıkarılmasına ilişkin yasa kabul edilip, Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu çıkartılıp, Şer'iye ve Evkaf ve Harbiye Bakanlıkları kaldırılmasından sonra özellikle uluslararası emperyal güçler ve onların işbirlikçileri rahatsızdır.
İşin enteresan tarafı, hilafetin kaldırılmasının ve Şer'iye ve Evkaf Vekâleti'nin kapatılmasının ardından, aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü de kuruluyor ama ben DİB'nın kuruluş yıldönümünü kutladığını hiç duymadım. Bugün de resmi internet sayfasına baktım, bu konuda bir şey göremedim.
Türkiye Cumhuriyeti'nin bir yarası da Şeyh Said İsyanı (Şubat-Nisan 1925 tarihleri arasında yaşanan "Genç Hâdisesi"dir.)
Hâlâ tartışmalı bir konu olan bu olay, uluslararası emperyal güçlerin etkisi ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı aşiretlerin destek verdiği Hilâfet taraftarı bir ayaklanmadır. Şeyh Said ayaklanmasının büyümesini önlemek için, Takrir-i Sükun Kanunu kabul edilmiş, olağanüstü şartlarda kulan bu İstiklal Mahkemelerinde yargılamalar yapılmıştır.
Sonrası ise doğrusu ile yanlışı ile herkesin bildiği konular.
O yüzden, Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından "3 MART" önemli tarihi bir gündür.
Bu günü (3 Mart 1924) anlamadan, Yurttaş olmanın bir anlamı olmadığı gibi, düşman olmanın da doğru ve halkı bir yanı yoktur.