Bazı sözler çok sıradanmış gibi görünse de, yerini bulursa ve yerinde söylenirse, hiç kimsenin gıkı çıkmaz. Kabul görür.

"Kültür" deyince, kafam yıllar öncesine gitti.

Antalyalardan kalkmış Üniversite okumak için Ankaralara gelmişiz. Bu yıl gibi Ankara kardan ve ayazdan donuyor o yıllar. Hem de ocak sonu değil, Ekim ayının başında yağmıştı ilk kar.

Üniversite açılmış, bir çok bölüm ile ortak bir ders alacağız. Ders, "Sosyal Antropolojiye Giriş", Hocası Prof Dr Bozkurt Güvenç.

Fakültenin koridorlarında görürdük, zarif, beyefendi tavırlı bir hocaydı. Herkes ile selamlaşmaya çalışırdı güleç yüzü ile.

Sanırım ilk dersti. Kürsüsü yüksekte olmayan bir geniş bir amfide bizlere döndü ve "Çocuklar, 'kültür' nedir?" dedi ve ilk derse başladı.

Eeee Hacettepe Üniversitesini kazanmışız, havamız yerinde, ayrıca hepimiz olmasa da, çoğumuz her şeyi de biliriz ha!..

Hocamız, daha sonra da ekledi, "az kültürlü, çok kültürlü, kültürsüz" insan olur mu, bunlar sizce ne demektir?

Sağda solda, sokaklarda az duymamışızdır: "amma da kültürsüz ......" ya da "ne çok kültürlü .... ......." sözlerini. Tabi hepimiz bu sokak bilgileri ve kültürü üzerine ne "ahkamlar kesiyoruz", ne ahkamlar.

Üç saatlik blok bir dersti. Konuşmak isteyen herkese söz verdi. Allahtan ben konuşmamıştım. Yoksa ben de, kıç üstü çökecektim.

Bozkurt Hoca, "kültür, insan yaşamında olan ve yaşadıkları toplumlarda yarattıkları her şeyin" olduğunu anlatınca, "az kültürlü, çok kültürlü" ya da "kültürsüz" diye bir sözün olmayacağını anladık.

Dakika bir Bozkurt Hoca ve Sosyal Antropoloji dersinden gol bir idi. Bundan sonra öyle basma kalıp kulaktan dolma bilgiler ile ahkam kesmek olmayacaktı. Söyleyecek sözün var ise kaynağı da belli olacaktı. Öyle ulu orta üfürmek yoktu. Ders. Ders. Ders.

İşte bir toplumda bilgi böyle oluşuyor ve gelişiyordu. Öyle ulu orta sokak ağzı ve bilgileri ile konuşmanın çok da doğru olmadığını yaşayarak görmüştüm.

İnsanların davranışları da bu bilgiler ve görgüleri sayesinde oluşuyor, gelişiyor, ilgiden ve bilgiden bir dağarcık ortaya çıkıyor.

"Büyüklerini saymanın, küçüklerini sevmenin" de böyle güzel ve özel dersler ile ortaya çıktığını bir kez daha anladım.

Tabi bütün bu yaşananlardan sonra, bir şeyi daha anladım. YOZLAŞMAYI. Evet, kişiler gibi toplumlarda yozlaşabiliyordu. Ya da bilinçli olarak yozlaştırılıyordu.

"Yoz" sözcüğünü de yıllar önce büyüklerimden duymuştum. "Yoz adam", aile ve toplum içinde uyumsuz, sorunlu demekti. Ahlakı, edebi bozulmuş, büyüğe saygısı, küçüğe sevgisi kalmamış demekti.

Bir de hayvanlar için kullanılırdı. "Yoz koyun" denildi mi, sütü kesilmiş, artık kuzulamayacak, üretkenlikten düşmüş demekti.

Görüleceği gibi kişiler, adap ve edepleri ile birlikte aile olarak yaşar, topluklar ile bütünleşip bir toplum olurlar. Şansları ve bilge önderleri var ise de, bu toplum, millet olmaya doğru yoğrulur.

Günümüzde, ekonomik ve sosyal şartların zorlaması ile kişilerde olduğu gibi, aile yapılarında da değişim ve dönüşümlerin yaşandığı ortadadır.

Burada "aile" kavramına iki söz etmek gerek. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de, ailelerin çoğu kadın, erkek ve çocuklardan oluşmaktadır.

Bir de çağdaş insan olmanın getirdiği yükümlülükler ile, resmi bir bağı olmaksızın güven unsuruna bağlı yaşanan birliktelikler vardır. Bu birliktelikler de birer ailedir.

Olay gelip zaman zemin ile birlikte, kişilerin, ailelerin ve toplumun en genelde de milletin eğitimine gelip dayanıyor.

Özellikle ekonomik ve sosyal sebepler dolayısı ile gençler eğitim ya da iş sebebi ile geleneksel ailelerden ayrılıyor. Ama, o zamana ya da o yaşa kadar verilen aile içi eğitim, terbiye, öğretilen gelenek ve görenekler ile yaşamını uyum içinde sürdüren aileler ve gençler çok.

Ne yazık ki, sanki tesadüfen kurulmuş gece kondu evler gibi oluşmuş kişilikler, aileler ve topluluklar da yaygınlaşmıştır.

Üzgünüm ki, sık sık değişen, bugünden bakınca amacı belli olmuş ama yine de amacı belirsiz eğitim ve öğretim programları sayesinde de kişiler ve toplum savrulmaktadır.

Ben her ne kadar çağdaş bir kişi olsam da, geleneksel aile ve yapı, davranış ve öğretilerine hep saygım vardır. Kendini bir milletin ferdi sayıp, ""milliyetçi" bir yapıda kendini tanımlayanlara da olduğu gibi.

Ama özellikle son yıllarda gördüğüm toplum beni mutlu etmiyor. Bir çok güzel iddia ile ülke yönetimine gelen bir siyasi iktidar ve ittifaklarının toplumu ne hale getirdiklerini görmek için resmi özel, ulusal, uluslararası istatistiklere bakmaya gerek yok; iktidarın yandaşı televizyonların gündüz kuşağı programlarına bakın yeter.

Artık bu işin şakası kalmamıştır. Aile düzeni ile toplum düzeni de bozulmuş, kişiler ya da çocuklar savrulmaktadır. Saygı ve sevginin yerini günübirlik çıkarlar almış. Herkes birbirini kullanabildiği kadar kullanmanın yolunu aramaktadır.

Bu kişilerin biri birilerine olan güvenini azalttığı gibi, toplum olmanın güçlü bağlarını da koparmaktadır. Bu ise iktidarlarca kullanışlı bir durum ise, uzun vadede, herkes için ciddi bir sorun olacaktır.

Özellikle "dindar ve kindar bir nesil" hedefleyenler, çevrelerine bir baksınlar, "dindar nesil" konusunda birkaç cemaatin beslediği gençler dışında kimseyi göremeyeceklerdir. Din konusunda ki bu bozulma, yani "dindar nesil" yaratılamamış olabilir ama, "kindar bir nesil" toplumun bütün değer ve yapısını alt üst eder.

Mark Twain'in dediği gibi "Aynı yolu beraber yürüdüğümüzü sandığımız insanlar, aslında bize sadece gidecekleri yere kadar eşlik ediyor." olduklarını gördüğümüzde her şey için çok geç olacaktır.