Günümüzde
kime ne sorarsanız, sorun mutlaka okkalı bir yanıt alırsınız. Maşallah
ortalıkta alim, bilgin aramaya gerek yok. Herkesin bir yerlerden ve bir
şeylerden haberi var da, kendilerinden yok.
Çünkü
kendini, kendinden başka soracağı bir kimse yok, bilgi alacağı da bir kaynak
yok da, ondan. Yoksa, birisi kendine, kendini anlatsa iş tamam da. O da mümkün
değil.
Hiç
kimse "yoğurdum kara", ya da ben de şunlardan, bunlardan sorumluyum,
demediği gibi aklına bile gelmiyor.
Anadolu
geleneğinde, "aç isen, tok gibi, kir isen pak gibi" görünmek
adettendir ama kanayan yaraya, tuz da basılır.
Bir
kere günümüzde bir şeylerin dünden çok farklı olduğunun bilincine varalım.
"Eski çamlar, bardak oldu" artık.
Ne
eskisi gibi üretmek olası, ne de eskisi gibi bir yaşam.
Tarih
bize göstermektedir ki, insan kendi çağını kendisi yaratıyor.
Örnek
tarihin ilk çağı "Taş devri". Ama o da aşamalı. "Kabataş,
Yontmataş ve Cilalı Taş Devirleri" diye.
Sonra
insanoğlu, Madenleri keşfediyor. Ala sana "Maden Devri".
O
da "Bakır, Tunç ve Demir Devri" diye sürüyor.
Siz
Yaşar Kemal'in "O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler.
Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık." sitemine bakmayın, tunç işe yarar
da, dayanıklı değildir. Bu yüzden tunç çağından demir'e geçilir
Demirin
insan yaşamına girmesi ile insanın ve insanlığı kaderi değişiyor. Tarım
aletlerinden tutunda, savaş aletlerine, evlerde günlük kullanılan malzemelere
kadar uzanıyor.
Peki,
tarihin asıl değişimi ne zaman başlıyor?
İnsanoğlu
bu çağlarını, "Tarih Öncesi Çağlar" olarak tanımlıyor.
Afrika'da
sömürgeciliği anlatan en güzel söz budur: "Aslanlar Kendi Hikâyelerini
Yazmadıkça, Avcıların Hikâyelerini Dinlemek Zorundayız”!
Eğer
biz de insanlığın tarihini, insanlıktan değil de, sermayeden, sömürgeciden ve
bunlardan yana olanlardan dinleyecek olur isek, elbette ki tarih de
kendilerinden önce ve sonra diye ikiye ayrılacaktır.
Peki
o zaman, tarih ne zaman başlıyor. "İlkçağ" denildiğine göre, tarihin
başlangıcı da bu olsa gerek. Peki, özelliği nedir:
Artık
insanlar tek tek "ilkel" yaşamdan, toplu yaşamaya başlamış, güvenlik,
açlık, üreme gibi sorunlarını da bu süreç içinde çözmüştür.
Toplu
yaşamanın süreci aile, topluluk, toplum, köy, kasaba derken birden örgütlü bir
yapı ile karşılaşırız; Şehir devletleri.
Bu
devletler ise, genellikle ekonomik, askeri ve insan gücünü elinde bulunduran
krallar tarafından krallıklarla yönetilmişlerdir.
Artık
yaşam ve yaşananlar kayıt altına alınmaya başlanmış ve Genel olarak çok tanrılı
dinlere inanılmıştır.
Tek
tanrılı dinlerden, Musevilik sonra Hıristiyanlık bu dönemde ortaya çıkmışsa da
çok fazla yayılmadığını görüyoruz.
Halk,
genel olarak şu toplumsal sınıflara ayrılmıştır.
Yöneticiler(soylular),
rahipler, hürler (askerler, memurlar, tüccarlar ve köylüler), namralar (hürler
ile köleler arasında bir sınıf) ve köleler (hiçbir hakları olmayan ve
çoğunlukla tarım işleri).
Ortaçağ,
Katolik Kilisesinin toplumda ve devlet yönetimlerinde hükümdarlığını ilan
ettiği, Avrupa'nın en karanlık dönemidir.
Kavimler
Göçü, devletlerde merkezi otoritenin güçlü olmadığı ve
Feodalizmin
her alanda siyasal, sosyal, ekonomik alanda hükümranlığını sürdüğü; Kralların
yetkilerinin Papalara oranla daha az ve sınırlı olduğu dönemdir.
Bilimsel
düşüncenin baskı altına alındığı ve bu yüzden bilim ve teknik yaşamın sönük
geçtiği, Haçlı Seferlerinin başladığı dönemdir.
Fatih'in
1953'de İstanbul'u alması çağ da biter, Avrupa’nın şafağı da atar ve yen bir
"Yeni Çağ" başlar.
Bu
çağ, her alandan keşifler ve özgürlüklerin tohumlarını atar ve 1789'da Fransız
Burjuvazisi ve köylülerinin feodallara/ asillere ve saraya isyanları ile
Fransız İhtilali ile son bulur.
İçinde
yaşadığımız "Yakın Çağ" ise, bu devrim sürecinden sonra başlar,
ticaret ve sanayide burjuvazinin etkinliğinin artması ile Feodalizm ekonomik
sistem olarak tasfiye olur ve KAPİTALİZM ticaret burjuvazisinin öncülüğünde,
yeni bir krize kadar tüm dünyaya hakim olur.
Kapitalizm
kendisini her şeye hakim sanırken, 1917 Sovyet Devrimi ile dünya yeniden bir
hizaya girer.
Artık
eğitim, iletişim, sosyal, siyasal ekonomik alanlardaki araştırma, çalışma ve
bilimsel özgürlükler ile her ne kadar "iki kutuplu/ Kapitalist
-Sosyalist/Komünist Dünya" diye biraz sistemli eleştiriler gelse de, İnsan
Hakları diye bir hak, insanlığın ve dünyanın gündemine girmiştir.
Bu
kadar öykü anlattıktan sonra, başlık konusuna gelelim.
Dünyanın
21.yüzyılının ilk çeyreği, ekonomik, sosyal, siyasal alandan olduğu gibi, bir
de COVID-19 denilen dünya salgını ile karşı karşıya kaldı.
İşsizlik,
ekonomik yetersizlikler ve sömürü almış başını giderken, bir kısım pansuman
tedbirleri ile süreç yönetilmeye, sorunların üstünden günlük de olsa gelinmeye
çalışılmaktadır.
Oysa,
azıcık tarihe baksak, dünyanın benzer süreçleri yaşaya yaşaya döndüğünü
göreceğiz.
Dünya
hepimizin ise, bu adaletsizliklerin, yaşam eşitsizliklerinin sebeplerini
yaşayanlar, sorgulamadığı sürece, son zamanlarda sık sık kullanır oldun, o
Mehmet Akif'in "Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!/ Beş bin
senelik kıssa yarım hisse mi verdi?/ 'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif
ediyorlar;/Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?" diyen KISSADAN HİSSE
dizelerini.
Şimdi
işsiz kalanlara, geçinemeyenlere, aç ve açıkta kalanlara, yarınlarına güven
içinde bakamayanlara; bu kadar hikaye anlattıktan sonra, sormaya hakkım yok mu?
Gelinen,
yaşanan, yaşadığınız süreçte, hiç mi sizin suçunuz yok!..
Ne
saçmalıyorum ya, aaa bakın televizyonda masal saati başlamış. Hemen doğru oraya,
ne işiniz burada sizin ya!..