Bir üniversitede hasbelkader/rastlantıyla Akademisyen kadrosu bulmuş bir adamcık yaklaşık demişti ki: Ben halkın cahil olanını severim" Adamcık haklı. Artık ahalinin önüne ne koysan yiyor ve onu beyin damarlarında işlemeden, abuk subuk sözcükler olarak ağız çıkarma organından etrafa saçıyor.
Gerçekten cehaletin, ilkesizliğin, kuralsızlığın ve ahlaksızlığın, terbiyesizliğin sınırlarını zorluyoruz; sanırım yakında da zirve yaparız. Çok yazık.

Ben, sevgili Devletimin çirkin ördek yavrusu saydığı ve tesadüfen de kapısından içeriye aldığı bir kişi oldum; ama O'nu hep sevdim:  Bir öğrenci olarak üç kız arkadaşım ile yemekhaneye giderken, Sadettin Yüzbaşı denilen başı bozuğa tüfek dipçiği ile kaşıma dört dikişlik yara açtırırken de;
Yıllar yıllar sonra, Gökkartal Paşamın çok üzüldüğü ama yıllar yıllar önce masum bir astteğmen iken sürgün üstüne sürgün ettiği zamanlarda bile, O'nu hep sevdim, korudum. 
Belki bu yazıyı okuyan eski sevgili bir bakanım, "sen kominist imişsin, ama iyi çocuk olduğunu teftiş kurulu başkanından öğrendim. Bir yanlış yaparsan, tırnaklarını sökerim" dediğinde de bun O'nu yani Devletimi hep ve çok sevdim.

Beyler, derdiniz nedir bu Devlet ile; hem de "devlet"i yanınıza, arkanıza alarak?. Derdiniz nedir Allah aşkına. Tamam,Tevfik Fikret'in dediği gibi "....bu han-ı iştaha sizin,// Duyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!.." de, bu kin, bu ihtiras niye, kime?

Ufkumuza çizdiğiniz tablolar pek karanlık. Artık masmavi gökyüzümüz gri. Güneşimiz soluk. Yağmurumuz bile bereketi bıraktı, felaket yağıyor, yağdırıyor üstümüze!..
Sevdiklerimiz, en sevdiklerimiz ile bile kuşku bulutları arasında dolaşıyor, Seviyor, sevişiyoruz. 
Yüzleri vazgeçtik; korku, kuşku ve kaygı göz bebeklerimize işlendi oya gibi. Hem de biri birimize, size el vererek işledik!.. Umut, Kaf dağının ardında değil artık, umut iki metre kefen için başımıza sardığımız tülbentte olmuş. Erkek olarak da, kadın olarak. Kefenimize sarılmış yaşıyoruz ya!..
Kanma, kandırma da ne o öyle?. Bize bunları terbiyesiz çocuklar yapar diye öğretmişti, Hacı Anamız, Hacı Babamız beş vakitlerde duaları ile.

Ne de tamahkar olmuşsun ya ey halkım, "Altın kaval, üstün şişhane" giysiler, evler, arabalar içinde.

Sen neymişsin be sevgili ahalim. Konuştukça mangalda kül bırakmayan, "haydi " denilince de kaçacak yer arayan; birlerinin arakasına saklan. Gerçekten, sen neymişsin be ahalim. 
Beş paralık laflar eden, iki kuruşa satılan. Sen neymişsin be gerçekten.

Söylenecek söz, sayılacak şey çok. Ancak yara bizim. Acı bizim. Her ne kadar ne yaralının yarası, ne de acılının acısı umurlarında olmasa da, yara da, acı da, yaralı da, acılı da bizim!.. Nazım Babanın dediği gibi, "bizim dostlar, hepsi bizim!.."

İktidarlar, muktedirler gelir gider, yine biz bize kalırız. Kurtuluş Savaşında İhanetlerin yaralarını sardığımız gibi sararız yaralarımızı. Ama bu acı, sıkıntı niçin?

Keşke, Girit'ten, Mora'dan, Balkanlardan, Arap Çöllerinden gelenlerin anılarını okusanız, dinleseniz ne de çok kolay anlaşırdık sizin ile.  Acıyı, yaşamayan bilmez. Belki de dünya da yaşanmadan tanımlanmayacak tek şey acıdır. İçe akan göz yaşıdır. Hani bu yazıyı okuduğunuz aletin yapıcıları, satıcıları, tanıtıcıları, ....ları, .....leri var ya, işte onlar kıs kıs gülüyorlar bize. Yazdıklarımıza, okuduklarımıza göz ucu ile bakarak. Dünya değişti. İnsanlar değişti. Artık o güzel, ulu, kutsal değerler, yıkılıyor, yok ediliyor.  Aile gibi, devlet gibi, Millet gibi. "Parçala, böl, yönet!.." artık evrensel ilke olmuş. Birleri dünyayı bölüşürken, ey çanak yalayıcılar siz niye bizi bölüyorsunuz. İki demlik iktidar için. Ha genel de, ha yerel de!.. Balon havalarda uçuyor iyi de, sonunda bu bir balon. Ya bir şeye çarpar patlar, ya da demi, devri bitince solar, biter ve düşer. Balonumuz allı pullu havada iyi de, bu bir balon. Farkında değil misiniz!.. Düştü, düşecek.

Eyyy akıl, bir, iki üç diye sayıyorum. Ne olur yalvarırım çık ortaya. Yoksa bu sel, bu fırtına gemi ile, konaklar ile bizi silip süpürecek; yok edecek, kimsenin umurunda değil de, başımıza çökecek.

"Heniz vakit varken gülüm, henüz yakıp, yıkılmadan" ne olur ey akıl, hadi sayıyorum, yalvarıyorum haydi: bir, iki, üç, çık da kon şu halkımın da, muktedirlerin de başına. Yoksa,  evet yoksa!..