"TÜRK
HALKI İNKILÂPÇI LİDERİNİ DESTEKLEMELİ!"
"İnkilabımızı tüm dünyaya ihraç etmek için
çalışmalıyız. Bunun tersi düşünceleri bırakmalıyız." Humeynli
Ruhullah, 21 Mart 1980
İlkesizliği
huy edinenler savrulmaktan kurtulamıyor; basit mantık kurgularıyla hurafelere
takılıp kalıyorlar; “Şu devlet benim düşmanımdır. Bu devlet de ona düşmandır.
Öyleyse düşmanımın düşmanı olan bu devlet dostumdur!” deyip korkularına
tutsaklaşıyorlar.
Arada
bir öyle şaşkınlaşıyorlar ki, “Düşmanımın düşmanı olan devletin diktatörü de dostumuzdur!”
diyorlar..
Oysa
düşmanınızın düşmanı yolundan şaşmıyor; "dinsiz" dediği Türkiye
Cumhuriyetini yıkmak için öldürmekten kaçınmıyor; ulus devletleri yıkarken
düşmanıyla birleşiveriyor.
Mısır’da
halk, silahlı darbeci Müslüman Kardeşlerle birlikte "demokrasi"
diyerek alanlara çıkınca ABD yönetimi isyanı sonuna dek destekledi. ABD’yi
"Büyük şeytan" ilan eden Humeyni mollaları da isyanı destekledi. Hatta
Rehber İmam Ali Hameney, Mısır ordusunu isyancıları desteklemeye
çağırdı. Kısacası ABD-İran aynı saftaydılar.
Humeyni
darbeciliğinin kaynağıdır katliamcı Mısır Müslüman Kardeşler Örgütü. İran
yönetimi, Mısır'da onları kışkırtırken Suriye'de onlara karşı Kudüs
Kuvvetlerini çarpıştırıyor.
İran'ın
tek adam diktası, AKP'yi Suriye'de ABD ile işbirliği yapmakla suçlarken Ayetullahların
Genelkurmay Başkanı Tümg. Hasan Firuzabadi, Türkiye'dekileri eyleme çağırıyordu:
“Müslüman ve
kardeş Türk halkı, devrimci liderlerinin arkasında durmalı.
Kardeş ve devrimci Mısır halkı da seçilmiş, devrimci
cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin arkasında durmalı…
Müslümanlar, Suriye halkının yaptığı gibi devrimci
liderlerini desteklemeli!"
Suikast Fetvası
İran'ı
ve Ortadoğu'nun birçok ülkesinde ayaklanan Kudüs Kuvvetleri bağlantılı cihatçıları
yönetenler “ılımlılık” görüntüsüne bürünmekte ustadırlar. Rehber İmam
Hameney'in adamı Ayetullah Hassan Ruhani de öyledir.
Hassan
Ruhani
1999'da İran İnkılâp Güvenlik Konseyinin sözcüsüydü. O sıralarda Tahran'da
birazcık da olsa özgürlük isteyen öğrenciler, eli sopalı-silahlı sivil inkılâp
milislerince (Basij) katlediliyordu.
Türkiye yönetiminden özgürlüğü destekleyen genel açıklamalar duyulunca Ruhani,
basın toplantısında, sesini yükseltti:
"Türkiye
cevabını çok yakında alacaktır!" [Zifiri
Karanlıkta -2, Demokrasi Tuzağı]
Onun
böyle dediği günlerde Ankara’daki Kudüs Kuvvetleri ameliyatçıları,
İran’daki cihat ve suikast eğitiminden dönmüşler suikasta hazırlanıyorlardı.
Hazırlıklar tamamlandı; Türkiye, Ağustos 1999 deprem yıkımıyla uğraşırken 21 Ekim
1999'da Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'yı bombayla parçaladılar.
Muammer
Aksoy'u, Çetin Emeç'i, Bahriye Üçok'u, Uğur Mumcu'yu ve birçok yabancı
diplomatı, halktan kişileri öldüren cihat erleri, 8 ay sonra yakalandılar; müebbete
mahkum oldular.
Türkiye'nin
pişkin İslam inkılapçıları katilleri açıktan ya da dolaylı savunurken,
Cumhuriyeti savunduğunu ileri sürenler cinayetin hemen ardından "faili
meçhul" diyerek bir kez daha suikastın merkezini unutturdular. Kışlalı'yı her yıl panellerle, manşetlerle ananlar
da yıllarca "derin devlet" imalarıyla katillerin arkasındaki dış gücü
unutturdular.
12
yıl sonra Merve S. Kavakçı ...
Katiller
12 yıldır müebbetten yatarken Merve S. Kavakçı 2012'de TBMM Darbe Komisyonunca coşkuyla
karşılandı.
Merve S.
Kavakçı, devletin Müslümanlara karşı kumpas kurduğunu ileri sürdü. Kışlalı'nın
öldürülmesini örnek verdi ve cinayetin "bir bakıma dindarlara
yıkıldığını" söyledi. Ardından söyledikleri de ABD'nin Türkiye'ye karşı
açıkladığı Ocak 2000 raporundan alınmaydı.
Komisyonun
muhalefet temsilcileri, katillerin İran'da eğitilip, oradan yönetildiklerini,
mahkum olduklarını söylemediler. Susmayıp, Merve S. Kavakçı'ya şunları
sorabilirlerdi:
1999'da İngiliz
Meclisinde Türkiye'yi suçlayıp suçlamadığını...
Belki de
Amerikan Senato komitesinde de Türkiye'yi karalayıp karalamadığını... Senatoda yanında oturan Ermeni Papaz'ın
"Atatürk de bir insan kasabıdır" dediğinde ne yaptığını...
İşin
özü: "Söz konusu Türk Cumhuriyetiyse gerisi teferruat değildir!"
Bozdoğan, 20 Ekim 2017
e.b.
Baba Şeyh Yusuf Ziya Kavakçı, Humeyni darbesinin
yıldönümünde, Erzurum Atatürk Üniversitesine haber vermeden İran'da konuşmaya
gittiğinde disipline verilince Erzurum'dan ayrılıp Ortadoğu'ya, Libya'ya, gitti
ve sonunda ABD'ye yerleşti. M.S. Kavakçı ABD Senatosunda annesinin profesör
olduğunu söylemişti; ama annesi profesör değil, Almanca okutmanıydı. M.S. Kavakçı abu Şanab ve kardeşi Ravza
Kavakçı Kan, TBMM'ye Bilgisayar Mühendisi olduklarını bildirmişlerdi; ancak
okudukları üniversitede o sıralar Bilgisayar Mühendisliği bölümü yoktu. [M.
Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında ve Zifiri Karanlıkta 2. Cilt]