SÜLEYMAN GEZİCİ

Yaklaşık 66 milyon yıl önce, Dünya’da yaşam felaketle sonuçlanan bir olayla kesintiye uğradı. Bugün anlayabildiğimiz kadarıyla, yaklaşık 12 kilometre genişliğindeki bir asteroit, bugün Meksika’da bulunan Yucatán Yarımadası yakınlarında okyanusa çarptı.

Bu çarpışmanın sonuçları nihayetinde gezegendeki her dört bitki ve hayvan türünden üçünün yok olmasına neden olacak ve en ünlü canlı grubu olan dinozorların egemenliğini sona erdirecekti.

Dağ büyüklüğünde yüksek hızlı bir kayanın bir gezegene çarpmasının çevre üzerinde etkisi olacağı açık olsa da 165 milyon yıl boyunca gelişen çeşitli hayvan gruplarının yok olması durumu dramatikleştiriyor.

Peki dinozorlar tam olarak nasıl öldü? Ve bir gök taşı gelecekte de yaşamı aynı derecede etkileyebilir mi? 

GÖK TAŞI MI DİNOZORLARI ÖLDÜRDÜ?

Modern dünyamızda kırlarda dolaşan, büyük dişli, pullu derili hayvanların eksikliği göze çarpıyor. Fosil kayıtlarına göre, dinozorlar bir zamanlar dünyanın her yerinde çeşitli ekolojik alanları dolduruyordu. Tüm bunların değiştiği an ise Kretase-Paleojen (K-Pg) sınırı olarak adlandırılan farklı bir tortul kaya tabakasının içeriğiyle tespit ediliyor.

Tunus’taki El Kef’te bulunan bir alan, bu geniş tabakanın standardını uygun bir şekilde temsil etmek için kullanılıyor. Ancak gerçekte sıkıştırılmış toz tabakası gezegenin etrafında yaklaşık 2 ila 3 santimetre kalınlığında uzanıyor. Bu kayanın altında ne mi var? Bir sürü dinozor. Üstünde ise kuş dediğimiz daha küçük, tüylü türler bulunuyor. Bu kadar ince olmasına rağmen birkaç santimetrelik tortul kaya on binlerce yıllık malzemeyi barındırabiliyor.

Paleontologlar yıllar boyunca dinozorların kaybının nispeten kademeli olduğunu varsaydı. 1970’lerde Amerikalı jeolog Walter Alvarez, İtalyan dağlarında K-Pg sınırını da içeren kaya katmanlarını inceliyordu. Katmanın oluşması için geçen gerçek süreyi belirlemek amacıyla Nobel ödüllü bir fizikçi olan babası Luis Alvarez’e başvurdu ve zamanlayıcı olarak berilyum-10 izotopundaki bozulma miktarının ölçülmesini önerdi. Tüm berilyumun çoktan bozulmuş olmasaydı, bu güzel bir fikir olabilirdi. Bunun üzerine başka bir element önerildi: Irıdyum. 

Gezegenin daha ağır elementlerinin çoğunda olduğu gibi, Dünya’nın iridyumunun çoğu da tarihi boyunca çekirdeğine doğru batmış durumdaydı. Yüzeye yakın bulunanlar ise büyük olasılıkla her gün uzaydan gezegenimize çöken hafif toz bulutuyla karışmıştı. Alvarez ve babası her on milyar parçacıktan birinin iridyum olmasını bekliyordu. Ancak buldukları şey otuz kat daha fazla bir konsantrasyondu. Daha da şok edici olanı ise bu elementin gezegenin her yerinde, aynı katman içinde ve çok yoğun seviyelerde bulunmasıydı.

Bu iridyum patlaması, normal kozmik kumlardan daha fazlasını ima ediyordu. Süpernova ihtimali de göz ardı edilebilirdi çünkü iridyum patlamasının yanında plütonyum-244 izotopunun izine rastlanmamıştı. Böylece geriye ani bir uzay taşı olasılığı kalıyordu.

1980’ler, meteor çarpması hipotezi etrafında bir senaryo oluşturmaya hevesli jeologlar, kimyagerler ve paleontologlar için heyecan verici bir dönemdi. Alvarez ve babasının hipotezlerini yayınlamalarından kısa bir süre sonra, bir petrol şirketi Yucatán’ın altında 180 kilometre genişliğinde bir kraterin izlerini tespit etti. Ancak Chicxulub kraterinin K-Pg sınır kayasında bulunan iridyumu bırakan çarpmanın yeri olduğu 1990’lara kadar doğrulanmayacaktı.

Bugün, yaklaşık 66 milyon yıl önce büyük bir gök taşının gezegenimize çarptığı ve bu çarpmanın zamanlamasının muazzam bir yok oluş olayına denk geldiği konusunda çok az tartışma var. Orta büyüklükte bir gök taşının nasıl olup da böylesine bir katliama yol açtığı ise hâlâ tartışma konusu. 

NASIL YOK ETTİ?

Gök taşlarının Dünya’daki yaşam için kötü haber olduğu gayet açık. Eğer çarpma bölgesine yakın bir yerde duruyorsanız, çarpmanın yarattığı patlama ve şok dalgası sizi bir anda kömürleşmiş bir lekeye dönüştürecektir. Dahası atmosferdeki toz ve duman bulutu küresel iklimde bazı ciddi değişiklikler yaratacak, sıcaklıkları ve besin zincirlerini birçok türün hızla yok olmasına neden olacak şekilde değiştirecektir.

Dünya’nın K-Pg çarpışmasıyla sarsıldığına dair pek çok kanıt var. Tsunami megaripleri (tsunaminin ardından kalan ve dalgaya benzeyen büyük, katı madde oluşumları) patlamanın gücüne işaret ediyor. Bunun yanı sıra Güneş ışığını engelleyen partiküllerden oluşan küresel bir bulutun kimyasal izleri de gezegensel bir kış olasılığını destekliyor. Dahası deniz yaşamındaki büyük kaybı açıklayabilecek olan okyanus kimyasındaki ciddi değişikliklere dair işaretler bile var.

Ancak bu değişiklikler her ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, yıkımın boyutunu açıklamak için yeterliler mi? Ne de olsa yaşamın büyük değişimler karşısında şaşırtıcı derecede dirençli değil mi?

Dinozorların, özellikle de büyük olanların büyük ölçekli çevresel değişikliklere son derece duyarlı olduğu ve muhtemelen zaten yok olmak üzere oldukları yönünde bazı iddialar var. Meteor çarpmasının dinozorları sadece uçurumun kenarına getirdiğini öne süren bu hipotez, yoğun tartışmalara yol açmaya devam ediyor ve kanıtların yorumlanmasının zor olduğu görülüyor. 

Bugün Hindistan’da bulunan bir volkan sahasından gelen patlamalar, atmosfere zehirli maddeler saçarak dinozor tarihindeki bu kötü ve korkunç güne katkıda bulunmuş olabilir. Bu dönemde jeolojik faaliyetlerin yoğun olduğundan emin olsak da küresel ekolojiyi gerçekten etkilemek için yeterli olup olmadığından hâlâ emin değiliz.

Soğuğa Duyarlı Renk Değiştiren Telefon Tanıtıldı Soğuğa Duyarlı Renk Değiştiren Telefon Tanıtıldı

Son yıllarda giderek güçlenen bir hipoteze göre, gezegenin atmosferini sarsan asıl nokta, çarpışmanın boyutundan ziyade tam olarak nasıl gerçekleştiği. Uzaydan gelen orta büyüklükteki kaya parçaları bile doğru türde mineral içeren jeolojiye çarpmaları hâlinde uzun süreli ciddi soğumaları başlatabilir.

Gök taşının çok önemli bir açıyla gelmiş olabileceğini de hesaba katarsak, 12 kilometre genişliğindeki aynı meteorun birkaç saniye sonra, biraz farklı bir noktada ve biraz farklı bir derecede çarpmış olsaydı daha az yıkıcı olabileceğini düşünmek için iyi bir nedenimiz olabilir. Bu da olayı dinozorlar için kötü bir günden ziyade, birkaç saniyelik korkunç bir zamanlama meselesi hâline getiriyor. 

TEKRAR OLABİLİR Mİ?

Yaşamın büyük bir asteroit çarpmasının etkileriyle kolayca tehdit edildiğini bilen gök bilimciler, gelecekte bir gün yörüngemizden geçebilecek büyük kayalar için gözlerini dört açıyor. Potansiyel olarak yıkıcı etkilere karşı bizi uyarmakla görevli Dünya’ya Yakın Asteroit izleme programları, yakın gelecekte endişelenecek bir şey olmadığını gösteriyor.

Bir gök taşının yerçekimi tarafından dürtülmesi gibi nadir durumlar dışında, bir plan yapmak için bolca zamanımız var gibi görünüyor. Yine de Dünya’nın benzer bir çarpışmayı tekrar yaşamasını bekleyebiliriz. Eğer çarpmadan kaçınmak için teknolojiyi kullanamazsak, bir tür ekolojik sonuçlara hazırlıklı olmamız gerekecek.

K-Pg yok oluşu üzerine yapılan tartışmalar bize bir şey öğrettiyse, o da bir asteroit çarpmasının yol açacağı hasarın boyutunu belirleyebilecek pek çok değişken olduğudur. Örneğin yanlış yere küçük bir çarpma felakete yol açabilirken, daha büyük bir kaya parçasının dünyanın daha az sorunlu bir köşesine çarpması büyük bir endişe yaratmayabilir.

Her iki durumda da zaten çöküşün eşiğine kadar zayıflamış olan herhangi bir ekosistem, büyük bir gök taşı çarpmasından kesinlikle iyi bir şekilde etkilenmeyecek. Eğer dinozorlarla aynı kaderi paylaşmak istemiyorsak, gezegenimizin kozmik bir kıyametin ucundan dönmek için ihtiyaç duyduğu her şeye sahip olmasını sağlamalıyız.