Malum Gaziantep’te telefonumuz çalındı. Bu ekonomik krizde giden 12 bin TL’ye mi yanarsın, 3 gün boyunca kaydedilen fotoğraf ve videoların gitmesine mi yazarsın, Zeugma Müzesi’nin kapısından döndüğüne mi yanarsın. Sahi beni kim götürecek Zeugma Müzesi’ne şimdi?
Yeni telefonumuzu aldık. Kamera ve fotoğrafta emsallerinin çok ötesinde olduğunu söylediler. Markasına değil işlevine bak dediler. İlk denemeler kötüydü. Geniş açı yok. Bildiğin Nikon 18 mm objektif ve slayt film ölçüsü. Ekran kayması sorunu yaşadık bir de üstüne, tuşların sertliği cabası.
Bu arada asker babası olmanın ağır baskısı ile tansiyonu fırlattık iyi mi. Öyle ki AESOB’ta önünde durduğum kapıyı bulamayacak kadar koptum. Kendimi dışarı attım, özel kalemde limon içirdiler, dışarı çıktım, gazeteye kadar yürüdüm. Bir limon da Buse içirdi, artık daha iyiydim.
Kendimi sahile atmak istiyordum. Hem açılmak, hem de yeni oyuncağımla biraz daha helmahal olmak için. Olmadı, eve gidip uzandım. Akşam da çok iyi değildim. Ertesi gün de.
Ama duramazdım, kimseyi çekecek halim de yoktu. Süleyman Bulut’un davetini de görmezden gelip Düden Park’a kadar uzadım. Gerek fotoğraf, gerek video konusunda enine boyuna denemeler yaptım. Özellikle coşkuyla akan Düden sularını yeni telefonumdaki ağır ve hızlı çekim modlarında denedim. Güzeldi. Oradaki bir mekanda içtiğim közde Türk Kahvesi’nin de hem sunumu, hem kıvamı güzeldi. Böyle olunca ödediğin hesap dokunmuyor Şafak abi.
Oradan Lâra Birlik Plajı’na indim. Buraya en son ne zaman geldiğimi hatırlamaya çalışırken, bir yandan korona virüs, diğer yandan bir türlü düzelemeyen toplu taşıma sistemine saydırıyordum.
Klasik haliyle karşıladı beni deniz. Alpay şarkıları mı, Ebcioğlu tınılarımı desek, tam o kıvamda. Yine denemeler, denemeler. Orada bir ayrıntı fark ettim. Genç bir kadın olta atıyordu denize, hemen yanından kucağında çocuk ile bir genç dilenci kadın geçiyordu. Kış sahilinde dilenmek, mantıklı, yazınki gibi millet mayolu değil.
Ama burada hayatın gerçeği vardı. Bir yanda balık tutan kadın, diğer yanda dilenen. Onları deşifre etmeden, yaklaşıp kişiliklerini göstermeden fotoğraf çekmem gerekiyordu. Bulutlu bir havada, ters ışıkta. Olsundu. Öyle yaptım.
Haaa bu arada oradaki marketten aldığım bayat simit ve yöresel gazoz ile öğle yemeğini geçiştirdim. Sonuç mu? Fotoğraflar da videolar da durumu kurtardı. Özüm haklıydı, markaya değil, işleve bakmalıydık. Siz de öyle yapın olur mu…