TKDF Başkanı Güllü, “11 Kasım 2021 tarihi itibariyle 2022 yılına kadar katledilen kadın sayısı şu an 329 gözüküyor. Bunların grafiklerini çıkardık. Nerede, kaç kişi, neden, hangi koruma altında, evli miydi, yaşı kaçtı, çocuğu var mıydı gibi ayrıntıları sunacağız ki tablonun vahim bölümleri orada karşımıza çıkacak. Görevimiz kadının yaşam hakkını sağlayabilecek mekanizmaları hayata geçirmek. Bu 25 Kasım’da özellikle de sesimiz duyulacaktır diye düşünüyorum” dedi.

_DSC0613

“YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR YETERSİZ”

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF) Başkanı Canan Güllü, elektronik kelepçe, uzaklaştırma ve koruma kararına rağmen kadın cinayetlerinin durmamasıyla ilgili,  “Bu konuyla ilgili yürütülen çalışmalar yetersiz. Elektronik kelepçenin yetersiz olması sorununu daha önce de yaşadık. İçişleri Bakanlığı buna bir çözüm üretmeye çalıştı ama elektronik kelepçe alma kararında da sorunlar var. Yani mağdur ve maruz kalan kolluğa gittiğinde ona öncelikle elektronik kelepçe takma fikrini uygulamada geç tutuyor kolluk. Yine karar almada uzaklaştırma kararlarının kadına iletildiği andan itibaren zaten kadın baskıda, ikinci kere gelip rahatsız etmiş durumdadır. Koruma kararlarının süresi kısaldı. 6 aydan 10 günlere geldi. Kimlik karartma ve sorunlar yaşıyor. Geçen bir arkadaşımız ‘6 aydır kimlik karartılmamış’ dedi. Ben bakanlıkla görüşmek zorunda kalıyorum. Yani hep bir aracılık sistemi geliyor. Süreç bizden yana değil ama kurumlardan yana ağır aksak işliyor. Bunların her biri çok basit halledilebilir. Emniyetin kolluk kuvvetlerinin bir risk analiz raporu var. O soruların her birini sorduğunuzda maruz kalanın verdiği cevaplar sonuçta ne yapacağınızı size gösteren bir tablo ortaya çıkarıyor. Bunu yapmak istemiyorlar” dedi.

“KAMU KURUMUNUN SUÇU”

Güllü, koruma kararına rağmen öldürülen kadınlara ilgili, “Öldürülen kadın sayısı şu ana kadar ki süreç içinde 329. Ama koruma kararı adı altında öldürülen kadınlar var. Birinci sıra kadın katledilmesi, ikincisi sıra koruma altındayken öldürülmesi bu da kamu kurumunun suçu olarak karşımıza çıkıyor.  Neden? Siz gittiniz ve şiddete uğruyorum dediniz, uğradığınız şiddette size elektronik kelepçeyi önermedi, sığınağa götürmedi, koruma altına alabilecek uygulayıcı, önleyici politikayla evinizin yolunu incelemedi. Ne yapacaksınız yasal mevzuatın içinde. Kendinizi aslında birebir ölüme terk edilmiş hissedeceksiniz ve öyle oluyor. Kaçarken öldürülüyor, evin dışında, evin içinde öldürülüyor ama biz devletin sığınma evinin içinde de adresi tespit edilerek kapısında bekleyen ve kadınları öldüren erkeklere rastladık” dedi.

“SİZİ KİM ENGELLİYOR?”

Güllü konuşmasının devamında, “Ben artık kadınlar öldürüldükten sonra, ceza alsın diye mahkemelerine gitmek istemiyorum. Ben kadınların geride kalan çocuklarının öldürülen kadınları gösterip ‘Bu kadın da annem gibi öldürüldü’ cümlelerini duymak istemiyorum. Ben bu kadınların bu ülkede yaşam hakkı olsun istiyorum. Onu uygulamaya geçiren devlet olsun istiyorum. Ve o bakanlık koltuklarında oturan bütün bakanlara vicdan diyorum vicdan. Elinizde imkan varken alınması gerekenleri tedbirleri almak için sizi kim engelliyor? Cumhurbaşkanı mı diyor yapmayın? Çıkın deklere edin. Bakan olarak yapamıyorsanız alt kadro ‘bizim istediğimizi bakan yapmıyor’ diye çıkın sokaklara. Bu kadar basit bir şey. Bir kadın hayatının önemini hiçbirimiz anlayamıyor muyuz? Yıllardır bangır bangır bağırıyoruz. Bu kadınlar öldü, ölüyor, ölecek. Bunu bilmek bize zül geliyor. Çünkü önleyici politika var ve bu hükümet zamanında alınmış. Ancak İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçiyorsun. Sen yaptın niye vazgeçtin. Senin döneminde 6284 yapılmış. Sığınaklar açılmış, 2006 yılında başbakanlık genelgesi yayımlanmış. Dönüp baktığımızda bu iktidar hastalığı teşhis etmiş aslında. Ama hastalığın kanser olmasına, kangren olmasına da olanak sağlamış. Biz görevimizi yapmaya çalışıyoruz. Görevimiz kadının yaşam hakkını sağlayabilecek mekanizmaları hayata geçirmek. Bu 25 Kasım’da özellikle de sesimiz duyulacaktır diye düşünüyorum” ifadesini kullandı.

“BİR İNSAN HAKLARI İHLALİ”

Başkan Güllü, şiddet uygulayan erkeklerin psikolojik tedavi görmesine yönelik soruya ise “Şiddeti bir hastalık olarak görmüyorum. Şiddet kadın erkek eşitsizliğinin bir sonucu. Dolayısıyla da eğer siz onu hastalık diye tedaviye kalkarsanız birinci adım olarak zarara uğrarsınız. Bu devletin yapması geren konuyu devlet yapmayınca, kurumlar, yereller, sivil inisiyatifler, onun öfke kontrolünü uygulamak, onun rehabilitasyonuna karşı bir şeyler yapabilmeye çalışıyor. Burada da buna devam etmeleri gerektiğini, bunun eşitsizlikten kaynaklandığını, her canı isteyenin hiçbir canlıya elini kaldıramayacağını bir insan hakları ihlali olduğunu belirtmek ve söylemek gerekiyor. Bunun içinde her görebildiğimiz fırsatta, otobüslere, taksilere, eczanelere, fırınlara, kadına karşı şiddet bir insan hakları ihlalidir cümlesini koymak lazım” dedi. 

HABER: FADİME YİĞİT