GÜNE SARSILARAK BAŞLAMAK

Televizyonda görüntüleri izlemeye gerçekten yüreğim el vermedi,  el vermiyor. Mümkün olduğu kadar daha filtre, daha sade olarak sosyal medya üzerinden, internetteki haber kanallarından takip etmeye çalışıyorum. Hataylı dostlarımı, Adıyamanlı Kadir Dursun’u, Maraşlı Ulviye kardeşimi aradım. Bizim aile olarak dar çerçevedeyiz. Eşim ve benim ailemde birinci derece Antalya dışında yaşayan tek aile üyesi Özüm. Ama böyle durumda kan değil, can bağı giriyor devreye.

İYİ GELMEZMİ HİÇ DENİZ HAVASI

İşte tam da bu noktada, üçüncü gün daraldığımı hissettim. Diş doktoru randevum vardı. Oradan kendimi Larâ sahiline attım. Bizim gazeteciler lodoslu, bol dalgalı havalarda hep Konyaaltı fotoğrafı çekerler. Lara biraz daha uzaktır. Bilemiyorum nedenini, ben de hep Larâ’ya giderim. Yüzlerce dalga fotoğrafım var orada.  Deniz sığdır Lara’da. Bir de adı ‘Antalya Körfezi’ olmasına rağmen Antalya'nın sahili açık deniz statüsündedir. O yüzden zaten deniz ulaşımı elverişli değildir. Sığ denizde küçük dalgaların gelip kumlara yaslanmasını izledim bir süre. Begüm kızımı aramaya artık cesaretim vardı. Malatyalıydı kendisi Ankara’da yaşıyorlardı. Anneannesi ve dedesi oradaydı. Yaralıydı, Ankara’ya gelmek istemiyorlardı, zaten yollar da kapalıydı.  En azından sesimin güç vereceğini düşünmüştüm. Telefonu kapattım.

Otobüste yaşadığım daralma normalleşiyordu. Açık deniz iyi gelmişti. Ne diyordu şarkı sahi  “iyi gelmez mi hiç deniz havası.” Bir an kendimi deprem bölgesinde buldum. Yaşadığına sevinemeyen insanların acısı çöktü içime. Gözüm şıpır şıpır kumlara yaslanan minik dalgalara takıldı. Bizdeki tabiri ile “çarşaf gibi” bir deniz vardı, çünkü kuzeyden yani karadan esiyordu rüzgar. Beydağları’nın kar ayazını iliklerimizde, deprem bölgesinde üşümeyi unutan bedenlerin çaresizliğini iliklerimizde hissettiriyordu.

DALGADA FAY HATTINI GÖRMEK

Küçük dalgalar açıktan kıyıya doğru gelirken bir çizgi oluşturuyordu, bana bozkırdaki fay hatlarını hatırlattı. Vakit öğle saati, güneşin ışıkları tam karşımdan gelip o araya düşüyordu. Vizörden bakmayı bıraktım bir an. Çıplak gözle o çizginin içindeki yıldız vari ışıklara daldım. Her biri fay hattında kaybolup giden yıldızları andırıyordu.

Ertesi günü Konyaaltı sahiline indim. Dalga biraz daha güçlüydü. Ama kıyıya vuran her dalga, çakıl taşlarını yerinden oynatıyor, savuruyor, alıp derinliklere çekiyordu. Kıyıda kalan çakıl taşları, gidenlere yas tutar gibi uğulduyordu.  Açımı değiştirdim. Aşağıdaki çakıl taşları, üstündeki denizin içine düşen Güneş ışıklarını sığdırdım kadraja. Bir süre baktım vizöre, adını bile bilmediğim canlara saygı duruşu. Evet işte oradaydılar, vizörün altı dün onları temsil ediyordu, irili ufaklı, farklı renkli taşları, yukarısı her biri aynı acıyı bırakan, yıldız olup göğe yükselen canları temsil ediyordu. Bir adam balık tutuyordu, manuel’e aldım objektif ayarını, sudaki ışıltılar bu kez gökyüzündeki yıldızları, yıldızlar giden canları temsil ediyordu.

Su içmek bile gelmiyordu içimden, acıkmıştım. Konyaaltı sahilinde 1 simit 9 TL. Sahi bu neyin fırsatçılığı? Ya da neyin fiyatı. Manzaranın mı?

FAY (10)FAY (24)FAY (23)FAY (22)FAY (11)

Nizamettin ÖZMEN

Editör: Haber Merkezi II