Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, asgari ücrete yapılacak ara zamma ilişkin; “Asgari ücret konusunda olması gereken; gerçek enflasyon karşısında, dolar kuru karşısında, altın fiyatları karşısında asgari ücretin yaşadığı bütün kayıpların giderilmesi. Aynı zamanda milli gelir artışından, asgari ücretin mutlaka payını alması; üçüncüsü, asgari ücretin işçinin ailesi ile birlikte geçinebileceği ücret olarak belirlenmesi... Yani meselemiz, asgari ücretin kaç lira olduğu ya da kaç dolar olduğu değil; asgari ücretin alım gücüdür önemli olan. Çünkü, asgari ücret ve bütün ücretliler alım gücünü kaybetmektedir. Çok hızlı bir yoksullaşmanın önü açılmaktadır” değerlendirmesinde bulundu.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, asgari ücrete yapılacak ara zam için dün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın ev sahipliğinde toplandı. Görüşmeye işçi temsilcisi olarak TÜRK-İŞ Asgari Ücret Komisyonu Üyesi ve Haber İş Sendikası Genel Başkanı Veli Solak, işveren temsilcisi olarak TİSK Genel Sekreteri Akansel Koç ve hükümet temsilcisi olarak da Çalışma Genel Müdürü Saadettin Akyıl katıldı. Solak, görüşme sonrasında basın mensuplarına herhangi bir rakamın konuşulmadığını açıkladı.
“ASGARİ ÜCRETLİLER TOPLUMU HALİNE GELMİŞ OLAN ÜLKEMİZDE, ASGARİ ÜCRETİN ALIM GÜCÜNÜ KORUMAKTIR”
Çerkezoğlu, şunları söyledi:
“Asgari ücret, Türkiye’de çok önemli bir gündem. Çünkü biz Türkiye’de asgari ücreti konuşurken, sembolik bir ücreti konuşmuyoruz. Asgari ücret dediğimizde bir ortalama ücreti konuşuyoruz. Çalışanların yarısından fazlasının hayatını sürdürmek zorunda olduğu bir ücreti konuşuyoruz. Oysa dünyanın her yerinde asgari ücret ile çalışanların oranı son derece düşüktür. Sembolik bir ücrettir asgari ücret ama Türkiye’de bir ortalama ücret durumunda. Örneğin, Avrupa Birliği’nde asgari ücret ile çalışanların oranız yüzde 4 düzeyinde. Türkiye’de bu oran yüzde 50’nin üzerinde. Hatta asgari ücrete bile ulaşamayan milyonlar var Türkiye’de. Dolayısıyla biz asgari ücreti konuşurken gerçekten bir ortalama ücreti konuşuyoruz ve o nedenle de son derece önemli bir gündem. Yine, Türkiye’nin yüksek enflasyonlu sürece girmesi ile birlikte son birkaç yıldır, asgari ücret daha da önem kazandı. Çünkü, ortalama ücret olan asgari ücret yüksek enflasyon karşısında çok hızla değer kaybediyor. Alım gücü çok hızlı bir biçimde geriliyor. O yüzden geçen yıl, asgari ücret açıklanırken, ‘tarihi zam, yüzde 50’nin üzerinde artış yapıldı’ diye anlatılmıştı, fakat biz o zamanda söyledik. Bu suya yazılan bir yazıdır, enflasyonun bu kadar yüksek olduğu bir süreçte birkaç ay sonra bu artışın hiçbir anlamı kalmayacaktır demiştik… Yine bu yüksek enflasyonlu süreç devam ediyor ve özellikle seçim öncesinde de çokça vaatler verildiği için şimdi Asgari Ücret Tespit Komisyonu ilk toplantısını yaptı. Herhangi bir sonuç çıkmadı, herhangi bir rakam telaffuz edilmiyor. Burada olması gereken, asgari ücretliler toplumu haline gelmiş olan ülkemizde, asgari ücretin alım gücünü korumaktır. Ondan öncesinde de aslında öncelikli meselemiz, Türkiye’nin asgari ücretliler toplumu olmasından kurtarılmasıdır.
“GERÇEK ENFLASYON KARŞISINDA, DOLAR KURU KARŞISINDA, ALTIN FİYATLARI KARŞISINDA ASGARİ ÜCRETİN YAŞADIĞI BÜTÜN KAYIPLARIN GİDERİLMESİ”
DİSK olarak bizim önerimiz, enflasyon tek haneli rakamlara düşene kadar asgari ücretin ve bütün ücretlerin yılda dört kez güncellenmesi gerektiğidir. Bugün Türkiye’de enflasyon da doğru ölçülmüyor. Başka meselemiz de bu. TÜİK, sürekli olarak enflasyonu eksik ölçerek ve gerçek enflasyondan çok daha düşük göstererek işçilerin, kamu çalışanlarının, bütün ücret gelirlilerinin aşağıya doğru çekilmesine hizmet ediyor. Deyim yerindeyse, soframızdaki ekmeğe el uzatıyor. Son bir yıldır, madde sepetini de açıklamaz oldular… En son mayıs ayı enflasyonunu hesaplarken seçim öncesinde gelir desteği olarak verilen doğal gaz desteğini enflasyon hesabına katarak mayıs ayı enflasyonunu binde 4 gibi ölçtüler. Enflasyon doğru ölçülmediği için zaten, bütün ücretliler sürekli olarak geriliyor. Asgari ücret konusunda da olması gereken; gerçek enflasyon karşısında, dolar kuru karşısında, altın fiyatları karşısında asgari ücretin yaşadığı bütün kayıpların giderilmesi. Aynı zamanda milli gelir artışından, asgari ücretin mutlaka payını alması; üçüncüsü, asgari ücretin işçinin ailesi ile birlikte geçinebileceği ücret olarak belirlenmesi. Çünkü Türkiye’de hala tek bir işçi üzerinden hesaplanıyor, uluslararası belgelere aykırı bir biçimde. Dördüncüsü de açlık sınırı, yoksulluk sınırı rakamlarının dikkate alınması ve bir evde en azından iki kişi çalıştığı zaman o evde bir yoksulluk sınırı kadar gelir girmesinin sağlanması lazım. Yani meselemiz, asgari ücretin kaç lira olduğu ya da kaç dolar olduğu değil; asgari ücretin alım gücüdür önemli olan. Çünkü, asgari ücret ve bütün ücretliler alım gücünü kaybetmektedir. Çok hızlı bir yoksullaşmanın önü açılmaktadır.
“21 YILDIR İKTİDARIN BÜTÜN POLİTİKALARI, ZENGİNİ DAHA ZENGİN, FAKİRİ DAHA FAKİR ÜZERİNE KURULU BİR DÜZENİN ÇARKLARINI DÖNDÜRMEKTEDİR”
21 yıldır ülkeyi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının, ekonomi politikalarının sonucu, tercihlerinin sonucu olarak ortaya çıkmış bir tablodur bu. Çünkü 21 yıldır iktidarın bütün politikaları, zengini daha zengin, fakiri daha fakir üzerine kurulu bir düzenin çarklarını döndürmektedir. Özellikle Türk lirasının değersizleşmesi ve ücretlerin baskılanması, emeğin ucuzlatılması üzerine kurulu bir ekonomik rota izlenmektedir. Bunun değişmesi gerekmektedir. Bugün açısından son açıklanan açlık sınırı, dört kişilik bir ailenin gıda harcaması 10 bin liranın üzerine çıktı. Ayın 15’inde yeni veriler açıklanacak. Yoksulluk sınırı 33 bin lirayı geçti. Ama asgari ücret bırakın yoksulluk sınırını, açlık sınırının bile 2 bin lira kadar altında kalmış durumda.”
“TÜMÜ İLE TÜRK PARASININ DEĞERSİZLEŞMESİ VE EMEĞİN UCUZLATILMASI ÜZERİNE KURULU BU EKONOMİK POLİTİKANIN SONUÇLARINI YAŞIYORUZ”
Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin ardından Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanlığı’na atanmasıyla ilgili ise Çerkezoğlu, şu açıklamayı yaptı:
“Türkiye çok önemli bir seçim sürecinden çıktı. Yeni bir dönem başladı, bu süreçte özellikle ekonomi en temel gündem olduğu için de ekonomi yönetimi iktidar tarafından yenilendi ve çeşitli beklentiler yaratıldı bu noktada. Özellikle son süreçte ekonomi yönetimi ile ilgili, çünkü durum gerçekten kötü. ‘Hepimiz aynı gemideyiz’, ‘Bu ülke hepimizin’, ‘Hepinizin destek vermesi lazım, ucunda tutması lazım’ gibi söylemlerin de çok yaygınlaştığını görüyoruz. Ama şunu çok net bir şekilde söylemek isterim ki hem ekonomi yönetimi açısından hem bunun çalışma hayatına yansımaları, Çalışma Bakanlığı açısından temel mesele, temel tercihlerin değişmesidir. Biraz önce ifade ettiğim, Türkiye’nin 20 yılı aşkın bir süredir yürüdüğü ekonomi politika yolunun değişmesi lazım. Esastan ve yapısal bir değişime ihtiyaç var. Tümü ile Türk parasının değersizleşmesi ve emeğin ucuzlatılması üzerine kurulu bu ekonomik politikanın sonuçlarını yaşıyoruz. O nedenle milli gelirden aldığımız pay Cumhuriyet tarihinin en kötü düzeylerini gördü. Yani üretime dayalı, kalıcı, güvenceli istihdam yaratacak bir ekonomik politikaya ihtiyaç var.
“ÜRETİME DAYALI, KALICI, GÜVENCELİ İSTİHDAM YARATACAK BİR EKONOMİK POLİTİKA GERÇEK BİR DEMOKRASİ İLE ÇÖZÜLEBİLİR”
Birinci çeyrek rakamlarına baktığımızda sanayinin daraldığını görüyoruz, tarımın küçüldüğünü görüyoruz, ihracatın daraldığını görüyoruz, artan ve büyüyen şey büyüme rakamları içerisinde rant ve finans sermayesi, inşaat ve hizmetler de artış var. İthalatta çok büyük bir artış var tam seçim öncesi harcamalar ile beraber. Bunun anlamı cari açığın daha da büyümesi demek. Dolayısıyla temel ekonomik politikanın değişmesi gerekir kişilerden öte. ‘Hepimiz destek olalım, aynı gemideyiz’ söylemlerinin karşılığı da bize şunu düşündürüyor, gerçekten yaşadığımız bu ekonomik krizin, bölüşüm krizinin uygulanan bu politikaların sonuçlarının daha fazla işçilere, emekçilere fatura edileceğini ve böylesi bir süreçte hepimiz destek olalım derken de bizlerin, yurttaşların nasıl destek olabiliriz? Ses çıkarmayarak, her türlü yükü taşımayı kabul ederek. Böyle bir şey asla kabul edilebilecek bir durum değil. Dolayısıyla yapılması gereken temek ekonomik politikaların, tercihlerin değişmesidir. Son derecede mümkündür. Dediğim gibi üretime dayalı, kalıcı, güvenceli istihdam yaratacak bir ekonomik politika gerçek bir demokrasi ile çözülebilir.”
ANKA