İnsan, yaşadıkça o kadar şey duyup, okuyup, görüyor ki, artık bazı duyup gördüklerini, merak ediyor, bilgilenmek istiyor.

    Bu açıdan bakınca da olayların bir görünen, bir de görünmeyen yönünün olduğunu anlıyorsunuz.  Bu ne zamandan bu yana bozuldu bilemiyorum ama bir de gördüklerinizin ya da göremediklerimizin bir başka yönünü olduğunu fark ediyoruz. Gösterilmeyenleri gördükçe, niçin gösterilmediğini anlıyoruz da, gösterilenlerin de, gösterenin  işine geldiği gibi gösterdiğini fark ettiğinizde, kafanız allak bullak oluyor, insan üzülüyor. O kadar yaşanmışlığın içinde neyin ne olduğunu anlıyorsunuz da, bu kez de bunu başkalarına anlamakta zorlanıyorsunuz. Hafta içi, Ankara ABB Kültür ve Tabiat Varlıkları Dairesi Başkanı Bekir Ödemiş ile telefonda konuşurken beni, Ankara Cumhuriyet Kültür Merkezi'nde (CKM) gerçekleştireceği  “Ankyra rüzgarı” konulu söyleşisine davet etti ben de büyük bir zevkle gittim.

Ankara yoğun bir şehirdir, bazen 24 saatiniz yetmez.  En azından bu aralar benim için olmasa da, onun için günün 24 saat olması yetmiyor, iyi ki de bitip tükenmek bilmeyen bir enerjisi var. Davetiyede yazılı, “Ankyra rüzgarı” başlığını okuyunca, acaba bir  yanlışlık  mı var diye düşünmedim desem de yalan olur. Fakat, her ne kadar sunumu yapacak olan benim dostum olsa da, Ankara'da çok önemli bir kurumun başında ve onlarca çalışanı varken, bir yanlışın olması mümkün değildir, bu da benim eksiğim dedim. Daha sonra Cumhuriyet Gazetesi de, benzer bir başlık ile haberi okuyunca, bu kez araştırma gereği duydum.  Tarih ile ilgili konuşulurken, bilgi ve  belgelerle konuşmak gerekir.  Bu yüzden de, "Ankyra" sözcüğü ile  "Ankara"nın  bağlantısını çözmeye çalıştım. Gerek konferans öncesi araştırmam gerekse de sayın Başkanın muhteşem sunumunda, bütün bunlar teker teker bilgi, belge ve görselleri ile anlatılınca, bu kez merakım daha da arttı.

 Konu, MÖ 280-274 yılları arasında Balkanlar ve Batı Anadolu'da yaşadıktan sonra Orta Anadolu Ankara, Çorum ve Yozgat  yöresinde de yaşamış olan, Orta Avrupa kökenli bir kavme dayanıyor, bu kavme de, eski Yunanlar ve Romalılar "Galyalılar/Galatlar" diyor. Eski Yunanca "çapa" anlamına gelen, "Ankyra" sözcüğü, zamanla değişe değişe Ancyre, Engüriye, Engürü, Angara, Angora ve sonunda da Ankara olmuş çıkmıştır. Bekir Ödemiş'in mühendislikten gelen teknik altyapısı, her ne kadar çocukluğu Ankara'da geçse de memleket sevdasından dolayı Ürgüp Belediye Başkanlığının yanı sıra, yine Ankara'da yıllarca önemli bir ilçesinde  Belediye Başkan Yardımcılığı yapması, Ankara'yı herkesten daha iyi ve farklı tanımasına sebep olmuş. İyi ki de olmuş! Üzgünüm ki ülkemizde demokrasi, seçim olarak algılanıyor.  Seçtik mi tamam, oysa yönetimler seçenler tarafından denetlenmez ise, bir süre sonra iş tiranlığa kadar varır ve her yaptığına da yanlış ve hatalı olsa bile bir kılıf bulunur.  Bilinen Ankara ile tarihteki Ankara'nın çok farklı olduğunu gördüm. Bir zamanlar sıradanlaştırılan Ankara Kalesi ve çevresi, özellikle son yıllarda bilinçli çalışmalar ile tarihi ve kültürel olarak hak ettiği bilinirlilik seviyesine ulaşmaya başlamıştır.

Prof.Dr.Ali Fuat KALYONCU bir makalesinde, "Anadolu uygarlıklarını sayarken akla gelen isimler hep Asurlular, Hititler, Lidyalılar, Frigler, Sümerler vs. olur ama kimse Galatlardan pek bahsetmez. Ankara, 3000 yıl kadar önce Galatlar tarafından kurulmuş" ve "bir dönem Galatlar (Galyalılar) ve Roma'nın başkenti" olmuştur diyor. Birçok tarihçi Ankara Başkent olurken, tarihi köklerini görmezlikten gelip, Payitahtın Başkenti İstanbul ile kıyaslayarak, küçük bir Anadolu kasabası diye anlatırlar. Zamanla Ankara'nın Mustafa Kemal Paşa'nın kafasında çok özel seçilmiş bir yer olduğunu görüyoruz.   LOZAN ANTLAŞMASI 24 Temmuz 1923’te imzalanıp, TBMM’de de 23 Ağustos 1923’te onaylandıktan sonra, ANKARA, 13 Ekim 1923'te başkent ilan ediliyor.  Ardından da, aynı yılın devam eden günlerinden  29 Ekim'de, burada CUMHURİYET  ilan ediliyor. 1980'li yıllarda öğrenciliği Hacettepe, Samanpazarı, Ulus dolaylarında geçen birisi olarak, eski Ankara olarak bilinen bu yerlerde CUMHURİYET DÖNEMİ yapıları hep gözümü kamaştırmıştır. Kızılay ve Çankaya ise, yeni bir dönemin yeni yüzü olmuştur. Özellikle 2010'lardan sonra, eski Ankara dediğim buralarda yapılan ve yapılacağı söylenen plan değişikliği ve yıkımlar beni hep üzmüştür.  Hele hele görevim gereği gittiğim yurtdışı programlarında özellikle bir çok Avrupa şehirlerinde sıradan bir taşın, çeşmenin bile korunduğunu görüp, bizim kocaman tarihimizin yıkılıp yok edildiğini görmek hep içimi acıtmıştır.Hele bu yapılan yıkımların, kendilerini "milli" sayanlarca yapılması ise, başka bir üzüntü kaynağı olmuştur.

Yine görevim gereği yaşadığım bazı şeyleri aradan yıllar geçtikten sonra daha da iyi anlıyorum. Tamam, Osmanlı Devleti Yıkıldı, Parçalandı yok edildi. Bu topraklarda da bizim atalarımız yaşadılar. Nasıl Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Beylikler Dönemi yaşamış ise, Osmanlı dönemi da yaşamış ve geçmiştir. Biz amanlar, ülkemizin dört bir yanında yeraltında ve yerüstünde bulunan başka uygarlıkların yapıları görmezlikten gelinmiş, tarih "Osmanlı" ile başlatılmış ve yaşatılmıştır. Ne acı. Artık bu topraklarda yaşayan bizler için bir devletin, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN var olduğunu herkes anlasa ne güzel olur. Baba Dedesinin Ağabeyi bir Osmanlı Sipahisi, Beyi olan bir aileden gelen birisi olarak, Osmanlı sülalesi,  Devleti yönetmiştir. Tamam. Ama o devlet yıkılmış, yok olmuş ve yerine yepyeni bir devlet kurulmuştur.  Kendini önemsetmek için "osmanlı torunu" gibi laflar yerine, şu Cumhuriyetin değerlerine ve Başkentine bir sahip çıksak, iyi olmaz mı.

 Bu arada da, Teşekkürler Ankara'nın Mansur Yavaş Başkanı. Teşekkürler Ankara'nın tüm güzelliklerini tarihi ile araştırıp ortaya çıkarıp, kültürel yapısına göre düzenleyip, hizmete sunan BEKİR ÖDEMİŞ Başkan.