Köy delikanlısı olarak sınıfın en "al yanaklı" öğrencisi olduğum için midir nedendir bilemem ama, okullar açılınca genellikle sınıf öğretmenlerim beni sınıf başkanı seçerler, sonraki yıllarda da başkanlığa, genellikle sınıfın oy birliği ile seçilerek devam ederdim.
Sınıf öğretmenlerim ya da müdür yardımcılarımız beni niçin sınıf başkan seçerlerdi bilmem ama, arkadaşlarımın kendi adlarına bir sebepleri varmıştır.
Boş derslerde koridora taşan gürültüye rağmen, "sınıfta konuşan yok örtmenim" deyip, konuşanlar listesini cebime atıp, nöbetçi öğretmenlerden, niçin iki tokat yediğimi ise hala anlamadım
O zamanlar, "Kendini kurban etmenin" benim için bir yaşam biçimine dönüşeceğini anlamıştım.
Gerek bürokraside çalışırken, gerek Ankara'da Antalyalılar Derneğine Başkan seçilip Ankara'da bir Antalyalılar Evi'ni açarken de bunun bir yaşam biçim olduğunun da farkında değildim.
O yıllar Ankara'da Antalyalıların Erol Öcal, Vural Savaş, Süleyman Sarıkaya, Yusuf Rıza Çolak, Abdurrahman Güzel, Ramazan Aslan gibi adını sayamadığın onlarca büyüğümüz vardı ve onlar ne der iseler, bizim gereğini yapmaktan başka seçeneğimiz olmazdı.
Ortaokul yıllarım. Öyle her derse, dersin öğretmeni girecek, ne mümkün!.. Bizler ilçedeki doktor, eczacı, avukat, mühendis ve ilk okulların Müdürlerinin öğrencileri idik.
İlçenin bazı ilkokul öğretmen ve müdürleri de, dersimize girerler, Sınıf başkanı olarak da beni "kırmızı yanaklı oğlan" diye çağırırlardı.
Bir gün sınıfta bir şeyler oldu ama, bu kez gerçekten neler oldu anımsamıyorum. Hocam yılların öğretmeni ve yöneticisi, insanı gözlerinden tanır ama, sorularına benden; "tık yok".
Sonunda "sabır taşı çatlamış ki", al yanaklarım biraz daha kızarsa da "Öğretmenin vurduğu yerde, gül biter terbiyesi ile büyümüşüm".
Ders bitti. Öğretmenim sınıftan çıktı ve beni öğretmenler odasına çağırdı. Anladım ki olanlardan o da pişman olmuş.
Öğretmenler odasına girdim, kalabalık değildi. Beni sakin köşeye oturttu ve gönlümü aldı. Sonra da kişilerin, toplumların bir vicdanının olduğunu ve bunun da çok önemli olduğu uzun uzun anlattı ama o sıralar ne kadarını anladım bilemem.
Sonra, insan "vicdanı" ile ilgili bir örnek verdi.
"Bak oğlum vicdanın ne olduğunu ya da vicdanlı olup olmadığını anlamak istersen, bir genel tuvalete git, eline kalemini al ve kapının arkasına bir şeyler yazmayı dene" dedi.
"Eğer yazarsan, kendini sorgula, yanlış bir şeyler var demektir. Yoksa, kendini vicdanın ile büyüt";
"Toplumda, başkalarının sorun ve sorumluluklarını yüklenerek bir yere varamayız. Ama toplumu eğitebilirsek, onu değiştirebiliriz. İşte o zaman da toplumun bir ahlakı ve vicdanı olur." dedi.
Sınıfta olanı kendilerinden gizlemiş, kendimi kurban etmiştim ama onun verdiği örneğin ne denli güzel ve içerikli olduğunu zamanla daha iyi anlıyordum. Kendini kurban edersen, sadece sen kurban oluyorsun. Oysa toplum eğitilirse, kurbana gerek yoktu.
Nazım Hikmet'in "sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıktan aydınlığa" şiiri, CHE, Deniz, Mahir, İbo, 68 ve 78 kuşağının o güzel insanları geçiyor gözlerimin önünden.
Kurban olanlar çoktu ama, meğer eğittiklerimiz ne kadar da azmış.
Kim söylemiş bulamadım ama, söz muhteşem. "Bir toplumun ahlakı, çocuklara olan tutum ve davranışları ile ölçülür"!..
Bizler gibi bir çok kişi iyi niyet ile, başkalarının yanlış ve eksiklerini görmezlikten gelerek, tolere ederek, yüklenerek geçiştiriyoruz.
Oysa sorunda tam da bu. Toplumsal sorunlar, görmezlikten gelinerek, üstü kapatılmamalı, geçiştirilmemelidir. Tam tersine, üstüne gidilmeli ve toplum eğitilerek sorunlar çözümlenmelidir.
İlkokul Müdürü, benim ortaokul öğretmenim Muammer Muğlalı öğretmenimin verdiği örnek gibi; yanlışı kendimizin yapmaması önemli değil, başkalarının yanlışına ortak olmamak, örtmemek de en az bu kadar önemliydi.
Oysa her türlü toplumsal sorunları, toplumu eğiterek, vicdanlı bireyler yetiştirerek çözebilirdik.
Çok üzgünüm ki, bu gün sorun çözmesi gereken bazı dini ve bilimsel eğitim kurumları bile sorunlara kaynaklık etmektedir.
Aileler. Evet aileler. Kendileri bile sorun olan, birey bile olamamış insancıklardan, çocuklara ve çocuklarına düzgün davranmasını nasıl bekleriz ki. Bunu beklemek değil, düşünmek bile bir hayal.
Toplumsal eğitim, vicdanlı bireyler yaratmanın ilk koşulu olmalı.
Özellikle son zamanlarda ne amaçlı olduğu "belli" olmayan(?!) tv programlarına ve gazete manşetlerine bakınca, bu toplum ne zaman böyle oldu diye de düşünmeden edemiyorum.
Vicdanım sızlıyor, her birine ayrı ayrı.
Sebep olanlarını bilerek, mağdurların da onların kucaklarından kalkmak gibi bir dertlerinin olmadığını görerek;
içim yanıyor.