1960’lı
yılların başından beri ülkemizin çevre ve sağlık politikasını, bu konulardaki
kırık çizgileri yakinen izleyen, aynı konularda ülkemizde 30 yıl fiili hizmet
sergilemiş, kendi alanında naçiz bir uzman vatandaşım.
Mesela
Ankara'da Numune hastanesi, büyük Ankara hastanesi, Dış kapı, Onkoloji, Gülhane
ve emsalleri, çok değerli ve başarılı hastanelerimiz, tedavi kurumlarımız
vardı.
İstanbul
İzmir gibi büyük şehirlerimiz dahil, yurdumuzun birçok bölgelerinde aynı tarzda
kamu hastaneleri (Devlet hastaneleri) ülke insanına can sperane hizmetler
vermişlerdir.
1970’li-1980’li,
hatta 1990’lı yıllara kadar aynı ölçekte insanlığa değerli hizmetler sunmaya
devam ettiler.
Mesela
günümüzde olduğu gibi hastaya 3-5 ay, hatta 6 ay sonraya randevu verme gibi
kahreden uygulamalar yoktu.
Genelde
hastanelerin dış kapısından itibaren başlayan hem hastane, hem hemşire ve
yardımcı hizmetliler grubu, doktorlarımız hastalarımıza karşı tebessüm
sergiliyor olmaları tıp deontolojisinin de bir sonucuydu.
İnsanlık
ve devletin uygulamaları yalnızca bunlarla da sınırlı değildi. Köyden kırsaldan,
şehrin fakir bölgelerinden gelen hastalarımız için köy ve mahalle muhtarlıklarının
düzenleyip mühürlediği “ADI GEÇEN HASTA, KÖY HALKIMIZDAN OLUP FAKİRDİR.”
Şeklinde bir fakirlik ilmühaberi düzenleyerek hastane başhekimliğine
sunulduğunda hastanın yediği, içtiği, kullandığı malzeme, serum, ilaç ve
ameliyat giderlerinin tamamı Yüce Türkiye Cumhuriyeti Devletince ödenirdi.
GELELİM
GÜNÜMÜZDEKİ DURUMA; İşimiz epeyce zor. Cumhuriyet sürecinde inşa edilip
insanlığa hizmet sunan birçok hastane ya yıkıldı yahut işlevine son verilerek,
sayısını hatırlayamadığımız devasa şehir hastaneleri inşa edildi. Önce çok
sevindik. Sonra da üzüldük. Kendi topraklarımızda inşa edilen bu hastanelere en
azı çeyrek asır olmak üzere uzun yıllar boyunca, yediden yetmişe kira ödemek
için borçlandırıldık.
Gün
geçmiyor ki hastanelerimiz illegal örgütlerin, mahiyeti meçhul devlet ve kanun
düşmanlarının, magandaların saldırısına uğramasın.
Personel
büyük bir saldırı kuşağı altında, acil servislerimiz kırmızı güvenlik alarma
maruz, doktorlarımız öldürülüyor, can çekişen bir yaşam öyküsüne dönüşen bir
garip hal ve diken üstünde bir yaşama dönüşen fiziki ortamlar.
Bu korkulu
rüya, can pazarına dönüşen mekânlar. Basından da bilinmektedir ki binlerce
sağlık personeli ve doktorumuz dışarıya kaçan kaçana, olmaz böyle şey. Makul
sürede kolayca randevu alamadığımız, zamanında tedavi olamadığımız, hatta
istediğimiz doktoru bulamadığımız, karşılığını ödemekte ciddi sıkıntı
çektiğimiz bir uygulamaya muhatabız. İnanıyoruz ki hükümetimiz bunu
düzeltecektir. Devlet babamıza güveniyoruz.