Türkiye sinemalarında 17 yıl gecikmeyle 12 Şubat 1999’da gösterilmeye başlanan, Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı ve Şerif Gören’in yönettiği “Yol”un bir sahnesi için güzeller güzeli, zavallı, gariban bir atın canına kıyılmıştı.
Hatta başlangıçta bunu (atı öldürmeyi) Tarık Akan’ın yapması istendi. Vicdanlı bir insan olan Tarık Akan son anda ata gerçek kurşunları sıkmaktan vazgeçti. Onun yerine setteki başka bir insan (!) masum, çaresiz, biçare atı acımasızca öldürdü.
Yılmaz Güney’in yazdığı senaryonun sözünü ettiğim sahnesi şöyledir: Seyit karakteri (Tarık Akan) donmak üzeredir; donmamak için önce atının kafasına kurşun sıkar, sonra da ölen atın henüz sıcacık durumdaki karnını yararak ellerini ve ayaklarını onun içine sokar.
Tarık Akan Can Yayınları tarafından 2002 yılında basılan ve gelirleri yazarı tarafından Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’na bağışlanan “Anne Kafamda Bit Var” adlı anılarında bu olayı şöyle anlatır:
“Başçavuştan alacağımız silahla filmdeki atımı öldürecektim.(…) Çekim boyunca atla aramda inanılmaz bir bağ kurulmuştu…Ömrümün sonuna kadar unutamayacağım çok farklı bir arkadaşlık yaşamıştık. Bana duyduğu sevgi ve bağlılığı atın gözlerinden okuyordum.Kar fırtınasında yanıma gelip kafasını paltomun içine sokuyor, gözlerini gözlerime dikiyordu…Çekim sırasında üstünden düştüğümde burnuyla beni itiyor, kokluyor, sanki canımın yandığını anlamış gibi üzülüyordu, bir de beni avutmaya çalışıyordu.Onu hiç yularından tutup çekmem gerekmemişti.İş (çekim) bittiği zaman arkama takılıp bir köpek gibi beni izliyordu.Filme başlamadan önce “Yol”un yönetmeni Şerif Gören’e “Meraklanma, bu sahnede atı öldürebilirim.O Kadar cesareti bulabilirim, yapabilirim,” dediğimi anımsıyorum.Atı vuracağım sahne çekilirken hayvancığa uyuşturucu iğne yapıldı.At yere yığıldı.Yakın planların hepsi çekildi: Donmuş bir el, ısıtılmaya çalışılan bir el, ateş edemeyen bir el ve atın yakın planları aradan çıktı.Sıra öldürme planının çekimine gelmişti.Kamera uzağa gitti, genel bir plan çekilecekti.Silah elimdeydi ve içinde tek bir kurşun vardı.Başçavuş bir kurşundan fazla vermiyordu.Şerif Gören,”Kamera!” diyecekti ve ben kısa bir süre sonra atın kafasına bir kurşun sıkacaktım.Karların ortasında ben ve yerde yatan atım trajik bir şekilde yerlerimizi almıştık.Kamera uzakta hazırlanırken at gözlerini açıp bana yalvarır gibi baktı.Kafasını kaldırmak istedi.Sanki bana doğru gelmek istiyormuş gibime gelmişti.Bu arada Yönetmen
Şerif Gören “Kamera!” diye bağırdı…Bekledi.Burada tabancamı çekmeli ve kurşunu atın kafasına sıkmalıydım.Ama yapamıyordum işte.”Ateş etsene! Ateş et!” diye bağırdı Şerif Gören.”Yapamayacağım Şerif, stop!” diye seslendim.Atın başından ayrıldım.”Ben bu atı öldüremem,” dedim ve sözlerimi sürdürdüm:”Yakın plan başkasının elini çek.Kusura bakma, ben yapamayacağım,” dedim. Yılmaz Güney’in yeğeni araya girdi:
“Ben yaparım.Atı öldürürüm,” dedi.Paltomu kendisine verdim.Kamera hazırlandı.Yılmaz Güney’in yeğeninin el planı çekildi.Derken bir silah sesi…”At öldü, gel Tarık,” dediler. Koşarak gittim.Paltomu giydim, daha sonraki planlara geçmek üzere çalışmaya başladık.Kamera hazırlanıyorken at gene kafasını kaldırıp bana baktı.Ayağa kalkmaya yelteniyordu. Ölmemişti.
Başçavuşa gittim: ”Mermi ver, at ölmemiş,” dedim. Başçavuş, kendini tiksinti verici bir şekilde naza çekiyordu. Yalvarta yalvarta bir kurşun daha verdi. ”Başçavuşum, ver birkaç tane daha, bak at can çekişiyor,” dememe karşın onu bir tek kurşundan fazlasına razı edememiştim. Yılmaz Güney’in yeğeni o tek kurşunu da atın kafasına sıktı.Sonra ben tekrar sahne aldım.Tam çekime geçilecekken, at gene gözünü açtı, bakışlarıyla beni arıyordu.Bayılacak gibi olmuştum, çıldıracaktım…Bir kez daha başçavuşun yanına gittim: “Mermi ver!” dedim. Başçavuş,”Mermi yok!” dedi.O anda yakasına yapıştım: “Senin de, merminin de,” dedim.Küfrettim.Yöre halkı başçavuştan yalvara yakara üç mermi daha almıştı.Yılmaz Güney’in yeğeni kurşunları boşalttı, at bu kez gerçekten öldü.Paltomu giydim, bir sonraki sahneye geçtik.
Senaryoya göre donmak üzereydim; atın karnını kesecektim, ellerimi, ayaklarımı atın karnına sokup donma tehlikesini bir süre geciktirecektim. Ne yazık ki bu sahneyi kötü bir zamanda, hava kararmak üzereyken çekmiştik.Ertesi güne bırakamıyorduk; çünkü gece boyunca kurtların atın ölüsünü parçalayacağını biliyorduk. Sonuçta akşam üstü çekilen sahnede renkler çok koyu çıktığı için Yılmaz Güney “Yol”un kurgusunda bu bölümü çıkarmak zorunda kalacak, bu da onu hem üzecek, hem de sinirlendirecekti.”