Şimdi gazete ve televizyonlarda, bilmem ne kadar
öğrencinin, bilmem ne kadar yerde sınava girdiğinden, bilmem ne kadar
üniversite olduğundan söz ediyorlardır.
Gerçekten, o kadar yürek de "pır pır çarpıyordur!”
Cumhuriyetin ilk yılları, bugün bilinen, birçok ünlü
kişinin de köyden, kasabadan ve şehirlerden ikna edilerek orta- lise- meslek
okullarına yetmedi üniversitelere zorla kayıt ettirildikleri anlatılır.
Cumhuriyet kendi aydınlık nesillerini yetiştirmek için
elinden geleni yapmıştır. Köy Enstitüleri, Öğretmen Yetiştirme kursları az ışık
olmamışlardır bu ülkenin insanlarına,
yurttaşlarına.
Bu aydınlanma çabaları bir yandan sürer, Anadolu'nun en
ıssız köşelerine ışık olup gidip aydınlatırken; ülkede de, ülke dışında da
birilerinin de huzurunu bozmuş, rahatını kaçırmıştır.
Güney Doğu'nun feodal ağaları toprağı işleyecek
"marabalar"ın okuyup aydınlanmasından rahatsız olup, etki altına
aldıkları siyasiler aracılığı ile buraların kapatılması ya da kuruluş amaçlarından
saptırılıp, göstermelik kurumlar haline getirilmeleri için ellerinden geleni
yapmışlar ve çok üzgünüm ki, başarılı da olmuşlardır.
Eğitim ve Öğretimin ne kadar önemli olduğu çok yaygın
kalkınmayı bu yolla hedefleyen Çin, Küba, Sovyet Rusya, Hindistan gibi ülkelere
bakacak olur isek, bunu çok net görebiliriz.
Hiç tartışmasız bir ülke için eğitim ve eğitimli insan
gücü olmazsa olmazıdır. Dünyanın da neresine bakar isek bakalım, neresine
gidersek gidelim, bunu böyle görürüz.
Ama eğitimin eşit koşullarda verilmediğini, herkesin bir
anayasal hak olan eğitimden eşit koşullarda yararlanmadığını, Cumhuriyetin ilk
yıllarda, Hasan Ali Yücel gibi devrimci önder bakanlarca kurulan o sistemin
zaman ile nasıl yerle bir edildiğini görmemek için kör değil, vicdansız ve ülke
sevgisinden yoksun olmak gerek!
Ama olan olmuştur, siten yerle bir edilirken, oğlu Can'ı
bile laf edilir diyerek yurt dışına eğitime göndermeyen Bakanların olduğu
dönemden, okul sahibi bakanların dönemine kadar gelinmiştir.
Eğitim bir KAMU HİZMETİ MİDİR, yoksa bir TİCARİ
İŞLETME MİDİR, herkesin aklını başına alıp, sonra da o başı iki elin arasına
alıp düşünmenin zamanı gelip de çoktan geçmiştir.
Peki ne yapmalı?
Eğitim sistemine ilişkin edilecek sözler siyasi bir
yazının konusu olabilir, ben burada sınava giren ve olanaksızlıklarından
dolayı, sistemin "başarısız" sayacağı gençlere, velilerine seslenmek
isterim.
Üniversiteyi, bir "meslek okulu" olarak görmek
çok yanlıştır.
Elbette ki, Üniversitelerin fakülteleri, enstitüleri, Ana
Bilim Dalları gibi çok özel ihtisas kurumları vardır. Ancak, her üniversitenin
de böyle çalıştığını düşünmek gereğinden fazla iyimserlik olur.
Peki, o zaman sınava giren ve diledikleri sonuca
ulaşamayan, ulaşsa da sistemin bozukluğundan en 4-5 yıllarını beyhude harcamak
zorunda bırakılan gençler ne yapsın?
Dünyanın en zengin ve işlerinde en başarılı, en mutlu ve
huzurlu insanlarının da üniversite mezunu olmadıklarını, üniversite bile
bitiremediklerini görürüz.
O yüzden yaşama bir başka açıdan da bakmak gerek.
Sistem bizi yaşama yetiştiremiyor ise, biz yaşamımızı
sistemleştirmeliyiz.
Üniversite yılları ODTÜ konferans salonlarında verilen
bir sunumdan sonra, dünyada ARF FORMÜLÜNÜ" bulan bilim insanı olarak
bilinen Prof Dr Cahit Arf'ın (10 TL’nin arkasında ki adam) bize söylediği sözler
tam da bunun karşılığıdır.
"Önce kendinizi yetiştirin bir şey olun, sonra ne
yaparsanız, yapın.”
Gönüllü dernek, vakıf, niteliği tartışılsa da, bazı resmi
kurum ve kuruluşlarının eğitim programları, internet var, çevrede bu konuda
çaba harcayan gönüllüler var, onları arayın, üniversite diplomanız olmaz ama
yaşama tutunmak için güçlü kollarınız ve dinamik bir aklınız olur.
Bu da sizi mutlu, başarılı, hatta ekonomik yönden oldukça
güçlü bile yapabilir.
Yine de bin bir umutla girdiğiniz sınavlarda hepinize başarılar diliyorum. Dilediğiniz gibi olmazsa, olmamışsa da, sıkmayın canınızı, SİZE YETECEK BİR SİZ VAR, SİZDE! Bunu keşfedin, kendinizde!