Daha önceki bir sohbette, “Yörüklük tamam ama geçmişimin Alevilik kültürü içinde olduğunu yeni öğrendim. Evimizin yanındaki Bektaşi mezarlarını şimdi daha anlıyorum” menvalinde bişeyler söylemişti. Şimdi bu söylemi derinleştirmeye, köklerimizin yaşam ve inanç biçimine yolculuk yapma zamanıydı.

İzmir’de, Bornova’da, Aşık Veysel Sosyal Donatı Alanı diye bir yer. Devasa boyutta. Kentin göbeğinde nasıl ayırdılarsa. Resmen kente soluk aldırmış. Halil abi yanında Kucurlar Derneği Başkanı Mehmet Ali Kucur ile geldi. Kendisi Beyoğlu doğumlu. Ee tabii, sohbet biraz kaydı İstanbul’a, İstanbul lezzetlerine.

Ama ben Halil abiye sürpriz yapayım derken asıl sürprizle ben karşılaştım. Kucurlar beni İzmir’in ilk sayfiye yeri İnciraltı’na götürdüler. Öteki İzmir’i göstermeye. Hani hep orada Levantenler, Rumlar vardı sanırdık ya. Narlıdere tarihi Cemevi’ne geçtik. Burası şimdi belediye tarafından “Kültürevi” olarak işletiliyor. Burada çocukluğuma gittim. Serik’te yaşayan tahtacı komşularımıza. O dönemde köyün ormanlarını kesen, siterleyen, taşıyan insanları hatırladım.

Narlıdere Belediyesi’nin web sitesinde yapı şöyle anlatılıyor:
“2002 yılında Belediyemiz tarafından düzenlenmeye başlayan, Narlıdere’ye ilk yerleşen Tahtacı Türkmen Alevilerinin 1874 yılında büyük emeklerle kurdukları, inşa ettikleri, ibadetlerini yapıp, kültürlerini yaşadıkları Cemevi o günleri yaşatan, o günden bu yana kültür birikimlerini günümüze kadar taşıyıp sergileyen tarihi bir “anıt” haline getirildi. Narlıdere’nin ayakta kalan en eski binası olan Tarihi Cemevi restore edilerek müzeye dönüştürüldü ve Narlıdere Kültürevi adıyla açıldı. 5 Mayıs 2007 tarihinde ziyarete açıldı. 2,5 kat ve dokuz odadan oluşan tarihi Cemevi’nde, bölgedeki evlerden toplanan tarihi belgelerin ve yaşam tarzlarını yansıtan materyallerin yanı sıra aslına uygun olarak giydirilmiş 21 adet heykel yer alıyor.”

Ertesi günü kendime ayırdım. Sabah saatlerinde indim Konak Meydanı’na. İzmir deyince boyozdan önce aklıma gelen acı kıl biberli, Bergama tulumlu kumru yemesem aç dönerdim. Oradan önce sahile geçtim. Evet, Körfez yeniden kararmıştı. Asla “deniz” rengi değildi bu. İnsanlar burada yine de olta atıyordu. Manzarayı arkasına alıp poloraid fotoğraf çektiriyordu 15 TL’ye. O şarkıyı mırıldandım kimseyi beklemediğim halde. “Bir münasip zamanda, masala saat 10’da, buluşalım kordonda, der gibi geldi bana, benim canım İzmirlim.”

İçim burkuldu denizin bu haline, Konak Kaymakamlığı arka sokağındaki Antalya Börekçisi’ne doğru yürüdüm. Evet, Börekçi Tevfik Usta’nın İzmir’den getirip Antalya Markası yaptığı Serpme Börekçi. Ama o gün pazardı, kapalıydı. Tekrar Bornova’ya döndüm. Saldım kendimi Bornova sokaklarına. Burnum sızladı tarumar olmuş Musevi Mezarlığı’nı gördüğümde. Belediyenin Çınar Cafe’sinde eski Bornovalıları gördüm siyah beyaz fotoğraflarda. Kimbilir belki onlarda vardı o tarumar mezarlarda. Bir kez daha geçmişini arayan, kendini yörük bilirken Alevi geçmişi ile yüzleşen insanları düşündüm. Sırf ırkı değil, inancı yüzünden yerinden yurdundan olan canlar bir ege türküsü mırıldandı Rum şivesiyle…
Son fotoğraf kentsel dönüşümden çıktı. Yıkılan bir apartman. Göz göz, kat kat. Kimbilir ne acılar, ne umutlar, ne kahkahalar geçti o duvarlar arasında. O ön plana düşen bir yeşil çınar dalı, yine aracı olmuş umuda.