Türk filmcilik sektöründe neler gördüm, neler duydum, nelere tanıklık ettim?
1980'lerde Film market, Yankı, Videohaber gibi aylık, haftalık dergiler için film ve sinema sektörünü takip eden bir muhabirdim... Kemal Sunal'la 1982'de tanışıp çok değerli gazeteci Burhan Ayeri'nin (1946-2020) yönettiği Yankı Dergisi için bir söyleşi yapmıştım... Kemal Sunal Nasrettin Hoca, Karagöz ile Hacivat, Keloğlan hatta İnce Memed'in 20. Yüzyılın son çeyreğindeki temsilcisiydi...
Arzu film'in Ertem Eğilmez'in iğneleyici tarzdaki Vehbi Koç portresinde Kemal Sunal baş rolde olacaktı... Sonradan rafa kalkan projede özellikle Vehbi Koç'un ünlü tutumluluğunun altı çizilecekti... Türkiye'nin en tutumlu işadamı Vehbi Koç'u Türkiye'nin en tutumlu film yıldızı Kemal Sunal'ın canlandıracak olması da bu projenin en çok göze çarpan özelliğiydi...
Metin Erksan "Acı hayat"ta bir araya getirdiği Türkan Şoray ve Ayhan Işık "Susuz Yaz"da oynamayı kabul etmeyince çok kızmıştı...
Vehbi Koç'un yaşamı boyunca en çok kızdığı olaylardan biri Erol Toy'un yazdığı "İmparator" adlı roman (1974) oldu...
Pierre Rey (1930-2006) "The Greek -Le Grec-Yunanlı" (1972) adlı romanında dünyanın en zengin insanlarından Aristotle Onassis'i , Taylor Caldwell (1900-1985) "Captains and the Kings-Kaptanlar ve Krallar" adlı romanında (1972) yine dünyanın en zenginlerinden birkaçını ( Kennedy Ailesini, John D. Rockefeller ve Howard Hughes'u) karakterlerine başka isimler vererek konu almıştı... “Kaptanlar ve Krallar”, “Büyük servetlerin ancak büyük suçlar işlenerek edinildiğini” söyleyen Fransız yazar Honore de Balzac’ın sözünü temel almıştır.
Erol Toy'da Vehbi Koç'un öyküsünü "İmparator"da romanlaştırdı... Ertem Eğilmez (1929-1989) Vehbi Koç'u hicveden ve Kemal Sunal'ın baş rolünde olduğu bir "İmparator" sinema filmi üzerinde çok çalıştı...Kemal Sunal'ın "Arzu Film bana az para veriyor ben de onlarla artık çalışmayacağım" demesiyle bu proje rafa kalktı...
Vehbi Koç’un ev sakinlerine / ailesine yazdığı 11 Ağustos 1961 Cuma tarihli mektubundan: “Bütün ev halkından ricam: Muslukların fazla açılmaması, su israfına zerre kadar meydan verilmemesidir. Bu hususa dikkat edilmesini ehemmiyetle rica ederim.”
Ertem Eğilmez'in hayallerini süsleyen ancak gerçekleşmeyen bir başka film Reşat Nuri Güntekin uyarlaması "Değirmen"di... "Yaprak Dökümü"nün yazarı Reşat Nuri Güntekin'in "Değirmen" adlı kitabı 1944'te yayınlanmıştı... Çeşitli nedenlerle Ertem Eğilmez'in uyarlayamadığı "Değirmen / Sarı Pınar 1914"ü (1986) Atıf Yılmaz uyarladı; Atıf Yılmaz baş rolü de Şener Şen'e verdi...
EFSANELEŞMİŞ BİR BAŞKA ROMAN OLAN "KÜRK MANTOLU MADONNA"YI KİM UYARLAYACAK?
Sabahattin Ali'nin "Kürk Mantolu Madonna" (1943) adlı romanını ise Ay Yapım'ın (Kerem Çatay) yönetmen Fatih Akın'la beyazperdeye uyarlama projeleri de var...
METİN ERKSAN'IN "AŞIK VEYSEL" FİLMİ NASIL KATLEDİLDİ?
Yedi yaşındayken çiçek hastalığına yakalanınca görme duyusunu tümden yitiren Aşık Veysel Şatıroğlu’nu (25 Ekim 1894-21 Mart 1973) Aşık Veysel’in iki çocuğunun annesi, ilk aşkı Esma Hanım tarafından terk edilmesini ve sonraki büyük aşkı Gülizar Hanımı bulmasını konu alan “Uzun İnce Bir Yol” adlı sinema filmi yapım için gereken para bir araya getirilemediğinden rafa kaldırıldı…
“Uzun İnce Bir Yol”da Aşık Veysel’i “Behzat Ç.” ve “Kaçak” televizyon dizileriyle tanınan İnanç Konukçu, Gülizar Hanımıysa Aşık Veysel ile Gülizar Hanımın torunu Yeliz Şatıroğlu canlandıracaktı…
1952’de Metin Erksan’ın (1929-2012) yönettiği ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun senaryosunu yazdığı, 19 Temmuz 1959 ya da 1973 yangınında yok olduğunu zannettiğim, “Aşık Veysel’in Hayatı / Karanlık Dünya” adlı sinema filminin başına da pek çok kötü şeyler gelmişti…O dönemde Türk film denetimi/sansürü, çekildiği Anadolu yöresini olduğu gibi gösteren bu filmi yasaklamakla kalmadı; kese biçe tanınmaz hale getirdi. Bu eşi benzeri, örneği ancak Sovyetler Birliği’nde görülen türden bir yasaklamaydı…Filmin suçu, bir Anadolu köyündeki günlük yaşamın çıplak gerçekçilikle yansıtılmasıydı. Bölgedeki toprakların bereketsizliği, çoraklığı, verimsizliği, kıraçlığı, çevredeki yeşil yoksunluğu, ekinlerin cılızlığı, halkın yoksulluğu, sefaleti beyazperdeye belgesel gerçekliğiyle yansıtılınca film Türkiye’deki sansür kurulunun gazabına uğradı. Film, Amerikan belgesel filmlerinden alınan/çalınan traktör, gürbüz/ gelişmiş başak, ekin sahneleri eklenerek makyajlı olarak gösterime çıkarılabilecekti.
TÜRK SİNEMASININ FELLİNİ'Sİ, KEN RUSSELL'I METİN ERKSAN
35 YIL BOYUNCA İŞSİZ BIRAKILDI...
1970'lerde halkımızın geğirmelerini bile komik ve izlemeye değer bulduğu, birkaç adet, ne yapsa (A dese) güldüren adamın dışında kimsenin bilet sattırma garantisinin olmadığı bir dönem başlamıştı. Kişisel projelere neredeyse tüm finans kapıları kapanmıştı. Aynı dönemde ilk filmini çekenlerin çoğu ikincisini, ikincisini de çekebilenlerin çoğu üçüncüsünü gerçekleştirme olanağı bulamadı. Çoğu yönetmen, filmleri uğruna borca battı, evini ve otomobilini satmak zorunda kaldı…Ömer Kavur ailesinden kalan birikimleri filmlerinde batırdı…Halit Refiğ, Metin Erksan, Lütfi Akad gibi ustalar bile film çekebilecek enerjileri olduğu halde bir kenarda işsizliğe terk edildi…
Metin Erksan ölümünden önceki 35 yıl boyunca, Lütfi Akad da ölümünden önceki 37 yıl boyunca sinema filmi yapımcıları tarafından işsiz bırakıldı...Türk sineması en verimli yaşlarındaki en büyük ustalarını işsizliğe mahkum etmiştir…
METİN ERKSAN KEMAL TAHİR'İN "DEVLET ANA"SINI (1967) EZEL AKAY'IN UYARLAMASINI İSTERKEN BÜLENT ECEVİT BU UYARLAMAYI HALİT REFİĞ YAPMALI DİYORDU...
Başbakan Bülent Ecevit’in en iyi icraatlarından biri İsmail Cem’i TRT Genel Müdürlüğü’ne ataması ve İsmail Cem’in Türk Sineması’nın kurucu babaları Metin Erksan, Lütfi Akad ve Halit Refiğ’e TRT’de yayınlanmak üzere Türk edebiyatının ölümsüz klasiklerinden uyarlanacak film ve dizi siparişleri vermesidir…
Bülent Ecevit ve ekibi, Halit Refiğ’in Halit Ziya Uşaklıgil’den “Aşk-Memnu”yu, Kemal Tahir’den “Yorgun Savaşçı”yı uyarlaması için neredeyse devlet mekanizmaları üzerindeki bütün kudretini, etkisini ve nüfuzunu kullandı. Örnek vermek gerekirse Türk Silahlı Kuvvetlerini 1978 ve 1979 yıllarında “Yorgun Savaşçı” filminin çekimlerine tam destek vermeye bizzat Bülent Ecevit ikna etti.
Ne yazık ki, “Aşk-ı Memnu” TRT sansürünce makaslandı ve kesilerek yayınlandı, “Yorgun Savaşçı” 12 Eylül 1980 Askeri Cuntası tarafından uzun yıllar rafa kaldırıldı, tek ve kötü bir kopyası hariç yakıldı…
Dahi yönetmen Metin Erksan’ın yönetmen Ezel Akay’ın uyarlamasını istediği & arzuladığı Kemal Tahir’in “Devlet Ana” romanını Bülent Ecevit başka bir yönetmenin uyarlaması için çok uğraştı, büyük mücadeleler verdi, hatta bütçe çıkarttı… Ancak devlet bürokrasisine Bülent Ecevit’in gücü yetmedi… Bülent Ecevit “Devlet Ana”yı en iyi çekebilecek yönetmen Halit Refiğ'dir demişti...
Türkan Şoray ile Ayhan Işık
sonradan ölümsüzlük kazanan
“Susuz Yaz”da oynamayı kabul etmemişti
Yönetmen ve senaryo yazarı Metin Erksan (1929-2012) Temmuz 1964’te Berlin Festivali’nde büyük ödül Altın Ayı’yı kazanan Necati Cumalı (1921-2001) uyarlaması “Susuz Yaz” filminde daha önce “Acı Hayat” (1962) adlı filminde baş rolleri verdiği Türkan Şoray ve Ayhan Işık’ı oynatmak istemiş ancak bu oyuncular “Susuz Yaz”da oynamayı reddetmişlerdi… Necati Cumalı “Susuz Yaz”ı 1962’de öykü olarak yayınlamış ve bu öyküsünü üç perdelik bir tiyatro oyununa da uyarlamıştı…
Türkan Şoray, Metin Erksan’ı ve “Acı Hayat”ı anlatıyor:
Metin Erksan’ın yönetiminde baş erkek rolünü Ayhan Işık’ın üstlendiği “Acı Hayat” filmini çeviren Türkan Şoray Metin Erksan’ın 2012’deki ölümünden sonra “Sinemam ve Ben” adlı kitabında “Acı Hayat” filmini şöyle anlatacaktı:
“O zaman ne kadar önemli bir yönetmen olduğunun farkında değildim…Böyle bir filmin başrol oyuncusu olmanın ne kadar büyük bir şans olduğunu, oynadığım rolün bir oyuncu için ne kadar önemli olduğunu ve çevirmekte olduğum filmin değerini yıllar geçince çok daha iyi anladım. O yıllarda birçok oyuncunun çalışma hayali kurduğu bir yönetmenle çalıştığımı algılayabilecek, değerlendirebilecek birikimde değildim. Sadece oynadığım rol beni etkilemişti. Manikürcü Nermin’in yaşadığı dramla, başına gelenlerle duygusal bir bağ kurmuştum kendi içimde. O genç kızın çektiği acıları sanki ben yaşamıştım; filmde adeta kendi mutsuzluğumu yaşıyordum. Anne baba ayrılığının hüznünü, mutsuzluğunu yaşamış, o yıllardan sonra yoksulluğu tanımıştım. Bu duygulara, bu acılara yabancı değildim. Babam ayrıldığı yıl annem beş parasız kalmıştı. Ben 13-14 yaşlarındaydım. Annem çok istese de bana yeni bir şeyler alamıyordu. Okulda ders bitip zil çaldığında ben yerimden kalkmaz, sınıftan en son çıkardım. Arkadaşlarımın kalın, güzel paltoları vardı; benimse lacivert incecik bir ceketim… Onların paltolarını giyip çıkmalarını beklerdim. O incecik ceketle görüp beni küçümseyeceklerini düşünürdüm… Yaşadıklarım bende derin izler bırakmış olmalı ki, yönetmenin (Metin Erksan’ın) anlattıklarını çok iyi anlıyordum, hissediyordum. Böylece kamera önüne geçtiğimde içimde bir yerlerde birikmiş bu yoğun duyguları sezgilerimle ifade edebilme imkanı veriyordu bu filmdeki rolüm. Bu karakter acı çekiyordu ve o acıda ben kendimi buluyordum, o acıyı tanıyordum sanki önceden yaşamış gibi… O mutsuzluk, umutsuzluk herhalde yüzüme yerleşti ki, başarılı oldum. Bir filmde duyarak, o karakteri hissetmenin rolü gerçekçi kılmada ne kadar önemli olduğunu belki o zamanlar farkına varmadan oyunculuğuma taşıdım ve hep böyle devam ettim…Sinema eğitimi olmayan, oyunculuğun ne olduğunu bilmeyen ben, tamamen duygularımla yaşattığım bu karakterle Antalya Altın Portakal film festivalinde en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandım. Ödülden sonra sinemada adım daha çok oyuncu olarak anılmaya başladı. Böyle önemli bir festivalde, sinemada daha bu kadar yeniyken bu ödülü almanın çok önemli olduğunu söylüyorlardı. Beni kutluyorlardı, bana oyuncu olarak farklı davranmaya başlamışlardı. Sinemada oyuncu olmak diye bir kavram vardı ve oyuncu olmak önemliydi, bunu anlamaya başladım. Oyunculuğu kendi kendime keşfediyordum; tamamen içgüdüsel, el yordamıyla (…) “Acı Hayat”tan sonra Yeşilçam’ın büyük şirketlerinden Kemal Film’den teklif aldım…”
Türkan Şoray Metin Erksan ile ilgili sözlerini şöyle bitiriyor:
“Yeri doldurulamayacak, Türk sinemasına adını altın harflerle yazdıran, sinemamızda sonsuza kadar anılacak olan Metin Erksan “Sinemacılar Dönemi”ni başlatan ve geliştiren ilk yönetmenlerden biridir, birçok yönetmen onun sinemasını örnek almıştır.”
Türkan Şoray, Sinemam ve Ben adlı kitabında bir zamanlar filmlerinin gösterildiği Pangaltı İnci Sineması’nın kapanmasından dolayı duyduğu derin üzüntüyü de dile getiriyor:
“Melek Film’in sahipleri Şahan ve Kaçuni Haki aynı zamanda Pangaltı’daki İnci Sineması’nın da sahibiydiler. (…) İnci Sineması’nda kendi şirketlerine yaptığım filmlerin galaları çok görkemli olurdu. Sinemada benim özel locam vardı. Filmleri Şahan Haki’nin eşi Melina ablam ve dünya tatlısı kızları Mayda ile Şeyda, hep birlikte bu locadan seyrederdik…İnci Sineması hep Türk filmi oynatırdı. Çevirdiğim yeni filmin başladığı hafta, Pazartesi günü ilk seans 11 matinesi seyircileri sinemanın önünde uzun kuyruklar oluştururdu. Bazı sabahlar arabayla özellikle Pangaltı İnci Sineması’nın önünden geçerdim. Kalabalığı, sıraya girmiş beni seven, yüreklendiren seyircilerimi görmek isterdim, çok mutlu olurdum. Maalesef şimdi sinema kapandı. Haki ailesi sinemayı satıp Amerika’ya göç etti. Çok üzülmüştüm. Uzun yıllar o taraflarda bir yerlere gitmem gerektiğinde bir zamanlar Haki ailesinin evlerinin bulunduğu Bomonti’den geçmemek için yolumu değiştirdim. Pangaltı İnci Sineması’nın olduğu yerden geçerken hâlâ hüzünlenirim.”
TANIDIĞIM, HATIRLAYABİLDİĞİM KADARIYLA BİR KEMAL SUNAL PORTRESİ
Kemal Sunal büyük bir değerdi... Çok çeşitli dergilerde sinema-kültür konusunda sayfalar hazırlarken kendisiyle tanıştım... Aynı dönemde Tarık Akan'la konuşmaya başlamıştım...Tarık Akan gibi Kemal Sunal da 1970'lerde Ayhan Işık, Yılmaz Güney, Türkan Şoray'ın aldığı ücretleri alamadığını söylerdi... "Tarık da ben de uzun yıllar çok aşırı derecede sömürüldük" derdi... Kemal Sunal Süper Star olduğunu, milyonlarca hayranı olduğunu fark edince Arzu Film'den ayrılmıştı... Kalabalık oyunculu Arzu Film filmlerinden daha büyük kitleleri tek başına sinema salonlarına mıknatıs gibi çekebiliyordu... Ben Ertem Eğilmez'in Gümüşsuyu ve Cihangir'deki evlerinde düzenlenen toplantılara gitmeye başladığımda ne yazık ki Kemal Sunal'a hiç rastlamadım... Arzu Film'le yolunu ayırmıştı... Ertem Ağbinin evinin müdavimleri Müjde Ar, Şener Şen, Münir Özkul, Başar Sabuncu gibi sanatçılardı... Ses Dergisi'nden Arzu Film'e ve ManAjans'a transfer olan Yavuz Turgul Ertem Beyin gözdesiydi... Yavuz Turgul kendisiyle 1982'de tanıştığımda benim onun yaşam öyküsü, kariyeri, tarihçesi hakkında fazla bir bilgi sahibi olmama hem şaşırmış hem de kızmıştı!
Başar Sabuncu ise kendisiyle yaptığım konuşmalardan anladığım kadarıyla dünya çapında bir entelektüeldi... Başar Sabuncu bizim kültür ortamımızda değil de Paris'te filan yaşasa en gözde en çok sevilen sanatçı olabilecek birikime ve kapasiteye sahipti...
Ertem Eğilmez'in en büyük talihsizliği filmlerini Anadoludaki bölge işletmecilerine sabit fiyatlarla satmak zorunda olmasıydı... Çünkü Türk sinemasının 1989 öncesi düzeninde bölgelerdeki sinema salonu işletmecilerinin verdiği avanslarla filmler çekilirdi...
Kemal Sunal bahsine döneyim… Çok tutumluydu... Parasını harcamayı hiç sevmezdi... Arkadaşım diyebileceğim kadar samimi değildik... Ancak her fırsatta konuşuyorduk... Çok derin bir yoksulluğun içinden gelmişti... Yanılmıyorsam Harbiye Kenter Tiyatrosu'nda küçük rollerde sahneye çıkarken Ertem Eğilmez tarafından keşfedilmişti... Sunal 1980'lerde en büyük film yıldızımız haline geldi ve o dönemde büyük paralar da kazandı... Filmleri sinema salonlarını dolduruyordu... Her filmini 100-150 kere videoda ya da televizyonda izleyen büyük bir hayran kitlesine sahipti şu anda da sahiptir... İnsanlarımızın onun tüm filmlerini ezbere bildiği halde bir 50 kere daha izleyebildiğinin çok farkındaydı... Çok akıllı bir insan olduğunu hatırlıyorum... Hatta fazlasıyla akıllıydı... 20. yüzyılda Nasrettin Hoca geleneğini Aziz Nesin ve Kemal Sunal'ın devam ettirdiğini düşünüyorum... Siyasi görüşlerini kendisine saklamasına rağmen yaptığımız sohbetlerden çevirdiği filmlerden anladığım merkezin epey solunda görüşlere sahipti... Her kesimden her partinin seçmeninden hayranı olduğu için siyasi görüşlerini kendine sakladığını söylemişti... 1980'lerde tanıma şansına ulaştığım Zeki Alasya, Şener Şen kadar sıcak kanlı, yüreğini hemen açan, dost canlısı bir insan değildi, Kemal Sunal... Soğuktu, mesafe koyardı... Küçük bir kusuru vardı... Uçağa binme fobisine uçakla yolculuk yapma korkusuna sahipti... Zaten ölümünü de "Balalayka"nın çekimleri için uçağa binmesi ve korkuya kapılarak kalp krizi geçirmesi neden oldu... İlk tanıştığımızda "Çok uzun yıllar boyunca en uzak mesafelere bile karayolunu kullanarak" gittiğini söyledi...
Kemal Sunal'ın Türk filmlerinde figüran ya yardımcı oyuncu olarak görev alanların set işçilerinin aldığı sadaka gibi ücretlerin yükseltilmesi için yapımcıları ikna edebilecek durumdayken bu nüfuzunu kullanmadığını düşünüyorum... Yadigar Ejder gibi oyuncuların kar yağarken parkta yattığı için donarak ölmesi gibi faciaları eğer isteseydi önleyebilirdi... Hayri Caner'in aranılan bir oyuncu olmasına rağmen meteliğe daima kurşun atmasını da önleyebilecek kudrete sahipti... Kemal Sunal filmlerinin yüksek nitelikli eğitim görmüşlerden ekonomik nedenlerle eğitim hayatını terk etmek zorunda kalanlara kadar 7'den 77'ye her yaş kesimindeki her eğitim seviyesindeki insanlara hitap etmesi büyük bir başarıdır... Yüzünü kullanma konusunda bütün mevkidaşlarından daha beceriklidir... Şener Şen baş rol oyuncusu olarak filmler çevirmeye başladığında filmlerinin büyük bölümü sinema salonlarını dolduramazken Kemal Sunal baş rolde olduğu ilk filmlerle bile sinema salonlarını doldurmuştu... Şener Şen'in baş rolde olduğu ve rekor izleyici toplayan ilk film "Eşkıya"ydı... "Eşkıya"yla Şener Şen lokomofitif star, bilet sattıran yıldız ünvanını kazandı... "Arabesk" rekor seyirci topladı ancak bu başarıyı tümüyle Şener Şen'e maletmek mümkün değildir... "Arabesk" dev kadrosuyla tam bir olay film olmuştu... Üstelik Ertem Ağbi ve ortağı Türker İnanoğlu bu filmi sinema salonlarına filmin hak etmediği kadar düşük bir fiyata satmışlardı... Yani "Arabesk"in rekor gelirlerinden Ertem Ağbinin yararlanamadığını söyleyebilirim...
YAVUZ TURGUL ANLATIYOR:
“Ses Dergisi’nde muhabirdim, sonra Yazı İşleri Müdürü oldum… Ertem Eğilmez beni Arzu Film’e transfer etti… Arzu Film’in senaryoları kolektif bir çalışmayla ortaya çıkmaktaydı… Senaryo grubu çok kalabalıktı… Ertem Eğilmez, ben, Kemal Sunal, Kartal Tibet, Adile Naşit, Sadık Şendil, Halit Akçatepe, Münir Özkul, Ayşen Gruda, Itır Sen, Müjde Ar, Hale Soygazi, Zeki Alasya, Metin Akpınar bu gruba dahildi… Bu çalışma modeli, tarzı diğer hiçbir film şirketinde o dönemde yoktu; bugün de yoktur… Ertem Eğilmez en çok önemi filmlerinin tretmanının ortaya çıkmasına verirdi…”
“Züğürt Ağa” çok şahane bir film… Yönetmen Nesli Çölgeçen filmin senaryosuna müdahale etmedi, senaryo üzerinde değişiklik yapmadı… Senaryoya saygılı bir tavrı oldu… Senaryo yazılırken Fikret Otyam’ın gazete yazılarından da yararlanılmıştır…”
“Atıf Yılmaz, Metin Erksan, Halit Refiğ, Lütfi Akad ve Yılmaz Güney gibi yönetmenler senaryo yazarları bir taraftan sansürle boğuşurken, reklam sektörünün bile çok sonraki yıllarda sahip olacağı teknolojik ekipmanların hiçbirine sahip değilken, kahramanca mücadele ettiler... Bir taraftan da tencere kaynatma mücadelesi verdiler... Büyük sıkıntılar çektiler..."