O,
bir kitap yazdı, öldürüldü.
Öldürten
kitabın yayınlanmasından bu yana 14 yıl geçti.
Ölümünden
bu yana on beş yıl…
On
dört yılda kitapta yazılanların tamamının gerçek olduğu mahkeme kararlarıyla
ortaya çıktı.
Ne
diyordu 18.12.2002’de öldürülmeden önce?
“Siz,
hiç fetullahçıları devlete karşı bir tehdit olarak algılayan, şikâyet eden ya
da onlarla uğraşan bir PKK’lı, Brüksel ya da Köln merkezli bir terörist ya da
bir TÜSİAD üyesi ya da bir siyasal parti lideri ya da bir ikinci cumhuriyetçi
ya da bir azınlık mensubu ya da misyoner ya da Hükûmet üyesi ya da bir Başbakan
gördünüz mü? Nitekim, fetullahçıları kontr-espiyonaj kapsamında iç ve dış
tehdit odağı olarak tanımlayan ve mücadele konsepti geliştiren gelmiş-geçmiş
bir iç işleri bakanı, bir Emniyet Genel Müdürü ve bir MİT Müsteşarı da
göremezsiniz, gösteremezsiniz!...Haklı olarak sorarsınız, kendi iç güvenliğini
sağlayamayan, sızıntılara engel olamayan bir ulusal istihbarat birimi, nasıl
olur da ülkenin güvenliğini sağlar?!. Bu sorunun yanıtı, doğal olarak
olumsuzdur. Önünüzde iki tercih vardır; ya çoğunluğun yaptığı gibi bu çelişkiye
karşı başınızı çevirir, fark etmemiş gibi yaparsınız veya risk üstlenerek
araştırmaya ve mücadeleye başlarsınız!...
Fetullahçılar,
Türkiye’de Mevleviler, Bektaşiler, Cerrahiler gibi salt dinsel inancını
yaşamaya çalışan bir cemaat değildir. Uluslar arası alanda at koşturan, son
derecede tehlikeli bağlantılarıyla, ekonomik kaynakları ve eğitim kurumlarıyla,
Türkiye’nin yüzyüze olduğu en tehlikeli tehdit odağıdır. Örgütlenme modeli
itibariyle Türkiye’de bir eşi yoktur; örgütlenme modeli olarak, tamamı C.İ.A.
denetimindeki Moon, Falun-Gong, Scientology gibi tarikatlarla benzeşmektedir.
Fetullahçılar, mevcut ekonomik kaynaklarını, yapılabilecek en akılcı ve en
değerli alana, eğitim yatırımına tahsis ettiklerinden, diğer şeriatçı
yapılanmalara kıyasla, ülkemizin sadece bugününü değil, daha çok geleceğini
tehdit etmektedirler. İşte bu yasa dışı yapılanmanın, eğitimin yanı sıra, en az
onun kadar önemli olan istihbarat alanına yönelmesinde, bir takım stratejik
gerekçeler rol oynamaktadır:
Tüm
dünyanın pek çok merkezine uygulanmakta olan terörist ve de kökten dinci
ideolojik yaklaşımların yaptığı gibi devlete ya da yabancı devletlere karşı
silahlı mücadele vererek hedefe varmanın mümkün olmadığını en kavrayan dinsel
organize suç örgütü, fetullahçılardır. Mevcut sistemi yıkmak yerine, takiyyeyi
ön plana çıkararak, devlet yapısıyla çatışmayacak bir örgütlenmeyle, zaman
içinde devletin strtejik kurum ve kuruşların içine sızmak ve ele geçirmek, bu
yasa dışı yapılanmanın “ılımlı” görüntüsünün altındaki en önemli neden ve
etkendir”…
Gayrı
resmi yayın organlarının adı “Sızıntı”ydı.
Polise
sızarak elde ettikleri her polis silahlı adam demekti.
Orduya
sızarak elde ettikleri her asker silahlı adam demekti.
Bu
nedenle ayrı bir silahlı mücadeleye gerek yoktu.
Fetullah
Silahlı kuvvetleri böyle oluşturuldu.
Ne
yazık ki 2002’de iş başına gelen AKP iktidarı da oynanan büyük oyunun bir
parçasıydı. Uzun yıllar FETÖ’ye dokunanı yaktılar. Fetullah aleyhinde söylenen
her sözün sahibi ağır baskılara uğradı, itibarsızlaştırıldı…
Aralarındaki
iktidarı paylaşma kavgasının sonucu olan 15 Temmuz darbesine kadar AKP’nin tüm
üst düzey kadroları Fetullah Hoca Efendi’nin müritleriydi…
Bütün
bunların yanlış olduğunu haykıran bu aydının 416 sayfalık kitabının her
sayfası, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Orta-Doğu’daki mazlum milletlerin içine
çekildiği büyük tuzağı anlattı, hunharca öldürüldü. Çünkü bu kitap tek başına
Orta-Doğu’daki tüm oyunu “deşifre ediyordu!” Türkiye gündemine otursaydı çok
şey değişirdi.
Susturdular.
On
dört yılda kitabın her sayfası ayrı, ayrı gerçekleşti.
Bugün
Fetullahçı Terör Örgütü’nün itirafçılarının verdiği ve 15 Temmuz darbesinin
yargılaması sırasında toplanan kanıtlarla KÖSTEBEK ortaya çıkmıştır.
Köstebek
kitabının yazarı Necip Hablemitoğlu aslandı be, yazık oldu bu yiğit, yurtsever
aydınımıza!
Böylesine
yurtsever, iyi yetişmiş, yüksek zekâlı kadrolarına sahip çıkamayan, onları
koruyamayan bir devlet düzeni hâlâ ayaktaysa bunu Mustafa Kemal Atatürk’ün
dehasına borçluyuz.
Necip
Hablemitoğlu’nu 18 Aralık 2017’de unutmayalım!
Unutturmayalım!