Aslında ailesi sıkı bir devrimciydi, Benito adını hayran oldukları Meksikalı devrim lideri Benito Juarez’e özenerek koymuşlardı.
Önceleri komünizme yakın ölçekte solcuydu, Libya savaşına karşı çıkmış, Birinci Dünya Savaşının emperyalist bir itişme olduğunu, İtalya’nın bu savaşın dışında kalması gerektiğini savunmuştu.
Ne zaman ki İngiliz ve Fransız sermaye çevreleri yeni çıkardığı ‘İtalyan halkı’ gazetesini cömert bağışlarla desteklemeye başlamışlar, anında çizgiyi savaşa katılmaktan yana olanlarla aynı hizaya çevirmişti.
Savaş yılları gölgede kalmıştı, mesela mevkidaşı (bu kelimeye de bayılıyorum) Adolf Hitler gibi bir kahramanlık hikayesi falan yoktu, onun gibi madalya da kazanmış değildi. Tek yaptığı savaştan sağ çıkmak olacaktı. 1918 senesi geldiğinde ne solcuydu, ne sağcı, zaten iki kampta da kendine bir yer bulamamıştı. O da ‘faşist’ hareketi örgütleyecekti.
(Faşizm Antik Roma dilinde o 12 baltalı zımbırtıyı taşıyanlara verilen bir ad, -grup- manasında)
Yolsuzluk ve yobazlık almış başını gitmişti, bir tarafta sağcılar bir tarafta terör zirve yapmıştı, İtalya da iç bir köşe sakin ve emin değildi. Politikacılar ise ceplerini doldurmaktan başka bir şey yapmıyorlardı.
Papa hayatından memnundu, işte o rezil, rüsva laik İtalyan devleti çürüyüp gidiyordu. Kral hazretleri ise sarayından dışarı burnunu bile uzatmıyor halkın yaşadığı sefaletten habersiz lüks içinde yaşayıp gidiyordu.
İşte o aralık bizim Benito yeni siyasi hareketinin kenarlarını çizmeye başlamıştı. Duruma göre bazen amele kesimine bazen aristokrasiye yeşil ışık yakıyor. Ordu da ki bazı subaylar ile derin ve şüpheli arkadaşlığını sürdürüyordu.
Öyle sosyal demokratlar gibi gitar çalıp, saçını dalgalı tarayıp ukalaca felsefi yorumlar yerine ‘kodum mu oturturum!’ diyordu. Düzen böyle gelecek diyordu, problemler için sosyolojik mazeret üretmeyeceğim problemi çıkaranı eşek sudan gelene kadar pataklayacağım diyordu. E ahalinin de hoşuna gidiyordu bu.
1922 ler geldiğinde Avrupa hala kaynıyordu, Doğu Akdeniz de Türkiye diye bir devlet ortaya çıkmıştı.
Benito, Kemal’e hayran kalmıştı.(karşılıklı değildi bu hayranlık)
Evet İtalyan düğümü kılıçla çözülecekti. Faşistlerini toplayıp Roma üstüne yürüyecekti, 50-60 bin kadar adam vardı elinde bu iş sulh yoluyla olsa iyi olurdu. Faşistler kan dökmeye hazırdılar. İşte o zaman sağcı liberal, solcu dallamalar, yok komünistler, yok bilmem neciler. Hepsinin paçası tutuşmuştu. Hükümet derhal orduya sormuştu bu çeteleri dağıtacak güç var mıydı ?
Ordu başkomutanlığı ‘anında’ demişti.
Ama kral su koyuvercekti. Faşistlere karşı silah kullanılmayacaktı. Benito başbakan olarak Defacto atanacaktı.
Bundan sonra ki 20 yıl ülke faşist rejimin demir yumruğu ile idare edilmişti. 1943 de bir saray darbesi ile koltuğunu kaybeden Mussolini, Alman ortaklarının yardımıyla ülkenin kuzeyinde Salo adında bir yerde kurduğu ne idüğü belirsiz cumhuriyeti ile ülkeyi fiilen bir iç savaş alanına çevirecek. Ve sonunda komünist militanların elinde can verecekti. Cesedi ise paramparça edilmişti.
Bu satırların yazarı İtalya da bir hayli vakit geçirdi, tarihi yerleri ziyaret etti. Savaş sonrası İtalya da hala diri tutulan faşist hatıralarının sebebini kendince araştırdı.
Ama o işi de bir başka yazının konusu.